Eski blog yazılarımdan (2005-2008)


"insanın doğası ve insan davranışı diye bir şey yoktur. bunlar tarih içinde değişmiştir."

"benim ülkem dünyadır."

"çünkü gerçekte hepimiz her şeyiz."

"sistemi desteklemeyi durdur."

"gerçek devrim bilinç devrimidir."

"önemli olan hayallerinize ulaşamasanız da bunun için çabalarken çok şey elde ettiğinizi bilmek."

"aşk köprü kurmaktır. insanlar köprü kuracakları yerde duvar ördükleri için yalnız kalırlar."

"kıyıyı gözden kaybetmeyen yeni ufuklar keşfedemez."

"sıradan insan kendine uygun birini bulmaya çalışır, büyük insan kendini.

"mağlubiyet son derece motive edicidir. dibe vurduğunuzda en tepeye çıkmaktan başka çareniz olmaz."

"herşeyde herşeyden biraz vardır."

"romancı kendi görüşünü alabildiğine saklamalıdır."

"korku dayanılmaz boyuta ulaştığında cesurlaşırız."

"olana değil, olmasını istediğine inan."

"yenilmesi gereken ilk düşmanlar öfke ve umutsuzluktur."

"arzularımı tatmin etmek yoluyla değil, onları sınırlandırmak yoluyla mutlu olunacağını öğrendim."

"sende huzura ermeden rahat etmez ruhumuz."

"geleceği bekleme, onu kendin oluştur."

"hakiki ahlak, başkasının mutluluğunu içermeyen bir mutluluk tanımaz."

"içimdeki barbar çığlığı dünyanın çatısından haykırıyorum."

"açık düşünce zekadan çok cesaret gerektirir."

"bilgi öğrenmeyle kazanılır, güven şüpheyle, beceri uygulamayla, sevgi de sevgiyle."

"hayvan krallığında kural, ye yoksa yenirsin. insan krallığında, tanımla yoksa tanımlanırsın."

"karşı taraf sizi hep aynalar."

"ilk hata saflığın, sonrakiler suçun ürünüdür." 
.............................................................................

bir nebze iletişim


İletişim önemlidir. İnsanlarla tüm ilişkilerini iletişim yoluyla kurarsın. İletişim seni herhangi bir konuda herhangi biriyle buluşturan ortak noktadır. Konuşurken, gülümserken, dokunurken hep farklı bir iletişim yolu kullanırsın. İletişimde düştüğün bir yanlış, direk iletişim kurduğun insana karşı yanlışa düştüğün anlamına gelir. bu kısa girişten sonra muhatapla iletişimde üç önemli nokta:

1- kişiselleştirme, idealleştir... sürü kitleye en tumturaklı tavrı insan kendi olarak koyar. kendi olmak da insanın kendileştirilmesine çalışıldığı şeylerden kurtulmasıyla olur. kendin ol, kendinleştir; ama kişisel menfaatlerin üzerinden değil, ideallerin üzerinden. kendinden bakma, idealinden bak. öfkeni, sevincini ona göre duyumsa; ancak o zaman inanmış ve bir davanın adamı olmuş olursun.

2- değişen yüze değil, değişmeyen öze konuş... türlü duyguların, değişken konumların biçimlendirdiği o hale, karşında gördüğün, duyumsadığın organizmaya değil, derinde hiçkimsede değişmeyen öze hitap et. böylelikle kişinin o anki halinin, konumunun sana verdiği kaygıyı, sende uyandırdığı etkiyi, dolayısıyla kendine yeterince odaklanamayışını aşmış olursun.

3- karşı taraf her zaman seni aynalar... senin tavrın, hissin karşı tarafta da aynı etkiyi gösterir. bu aynalama aynı zamanda ilk adım atanın karşı tarafa etkin olduğunu, dolayısıyla karşı tarafın bize uymasını istiyorsak ilk bizim adım atmamız gerektiğini vurgular. geriden adım atan aksine karşı tarafın halini, hissini benimsemek için büyük bir baskı hissedecektir.

4- [söyleyeceğimin yarısı iletişimle, diğer yarısı özellikle konuşmayla alakalı. gerçi sonuçta iletişim çatısında toplanıyor.] düşünerek konuşmak değil, konuşarak düşünmek... genelde önce ve konuşma esnasında düşünce peşinde konuşmanın luzumundan bahsedilir; oysa bu konuşma ve düşünme arasında bir engelleyici bir ayrım varettiği gibi, konuşmanın akıcılığını ve etkilieyiciliğini de sekteye uğratmaktadır. ideal olan konuşurken düşünmektir, amacımıza, demek istediğimize kelimelerin bağlantısıyla ulaşmaktır. bu hem pratiklik sağlayacak hem zihnimizi hızlı işletecek hem de konular arası geçişi kolaylayacaktır. 
...........................................................

acıya acıya

Asla emin olamazsın. Neyin ne olacağından asla emin olamazsın. Bir sele kapılmalısın. İlerlemek ancak deli dolu bir kendini adayışla mümkün olur. Birilerinin sana verdiği acılar aslında kendi kapını aralaman için bir fırsattır. Hayat birşeylere yaslananları üzmekte çok mahirdir. Şartlara göre belirlediğin rotalar değil, her şartta kilitlendiğin bir hedef olmalı. Yalnızlık omuzunu dayadığın şeyin dayanıksızlığını görmen için en büyük yoldur. Boyuna yeni zayıf dayanaklar aramak yerine kendine yaslanırsan olanı olması gerektiği gibi görürsün. Yola çıkmalısın, ne olacaksa yolda olmalı, ne olursa gözünü yoldan ayırmamalısın. Kimse senden daha fazla acı çekemez ve herkes kimsenin çekmediği kadar acılar çeker. Bunda çelişki yok. Hayat uçurumun dibine geldiğimizde elimizden tutar, oraya varmayı göze almazsak sık sık elimizin boşlukta gezindiğini hissederiz. Uğruna o biçim darlandığımız insanlar kendisi için o denli daralmamıza hiç gerek olmadığını kısa zamanda ispat ederler. Bir hareketten, bir cümleden sebep dünyayı kendimize zindan ederiz, sonra yine bir hareket, bir cümle hayata sanki yeniden gözlerimizi açar. Bu kadar ucuz muyuz? Bu kadar ucuz muyuz? Sinirden kendini yediğin anda koyvermek yerine daha da güçlü durmayı başarabilirsen, ağlamamak için kendini güçlükle tutttuğun an son bir hamleyle dağılmazsan yolunu aydınlatan o ışığı farkedersin. Dikkatini dağıtma, gözün hedefte olsun. Daha ötesini göze aldığın vakit daha azının çözümü de gelir. İnanç güçle, güç eylemle oluşur. Eylemse sadece yapmakla, sadece uygulamakla. Bu derin ve çok kısa bir süreçtir. Öfkeni damıt, ondan düşünce ve eylem süz. Kırılganlığını kendinde zenginliğe dönüştür. Eyleme geçir, izah bizzat sen kendin ol.



Dünya neden yalan biliyor musun? Çünkü içini açacağın bir tek Allah var. o da bu dünyada yok. Yani tam anlamıyla. Ahirette var.

Olur. olmaz değil. ama olmamasına ne kadar hazırsın, bu önemli. 
...............................................................

son sözlük'e girdiğim entryler


18- okul 
dominant algıyı meşrulaştıran eğitsel yapı. sisteme standart beyinler kazandırma mekanizması. okul yoluyla çocukluğun saf ve hür içevreni sarsılır. ordu vücudu, okul beyni pasifize eder. askerlikte nasıl psikolojik şiddet uygulanıyor ve vatandaşların türlü rutinler, eğitimler, konuşmalarla sistemin gücü karşısında koşulsuz köle olması sağlanıyorsa, okul da insanları üst dille kendilerine dayatılan hakim söylemin gönüllü birer eğitim ve kültür elçisi olmaya zorlar. okullar kapitalist kültürün kiliseleridir. modern insanın maruz bırakıldığı özgürlük sorunu ve anlam kaybının metodik teori kamplarıdır. devletin ona atfettiği legal imtiyaz statüsü insanları öğrenim-eğitim dışı nedenlerle ona yönelmesine yol açar. okumak artık gelecek kaygısı, diploma hedefi ve yüksek meslek gibi sebeplerden ötürü yapılıyordur. sıralarında öğrencilere dil, etnik ve düşünce ayrımcılığı belletilir. bir ülkede okulların çoğalması yalnızca kötüye doğru bir gelişimin habercisi olabilir. ne kadar okul varsa orada eğitim kültür o kadar lükstür, olağan dışıdır ve zorlamadır. bir yerde ne kadar okul varsa orada o kadar gelecek kaygısı, sorunsuz hayat yaşama arzusu, toplumsal dayanışmasızlık, kendini garantiye alma ve birey-devlet kopukluğu vardır. okulda öğretilen bilgi hegomonyal gücün kıskacındaki yanlı bilimin ürünüdür. okul bilgiyi değerleştiren odak olmalıyken tam aksine bilginin o geleneksel efsununu pespayeleştirir. öğretmen öğrenci arasında saygı/ teslimiyet azlığı ve eğitimin kollektif oluşuyla kaçırılan şahsi danışma/ olgunlaşma bilgiyi tüketimsel metaya dönüştürür. orada mühendislik akıl ve pragmatist bilgi vardır. okullar kuruluş mantığına uygun olarak, halktan kopuktur. teoriler işlenmez, sade kendi kendilerini derinleştirir, pratize olmazlar. yaşanan lahzadan ayrık bir metodolojiden doğal olarak çoğu yerli değerine yaban, tavırsız, hantal aydınlar yetişir. böyle böyle düşün-yazın güruhu izole gettosunda mastürbasyon yapma cılızlığına girifte olur.

17- elde etmek

elde edemiyorsun; çünkü neyi elde etmen gerekip gerekmediğini öğrenmen gerek... elde edemiyorsun; çünkü elde etmek istediğin o değil aslında. 'arzuların'la 'ihtiyaçların'ı karıştırdın belki ve sanki onlarsız yaşayamazmışsın gibi geçici arzularını elde etmenin peşine düştün... elde edemiyorsun; çünkü sorun elde etmek ya da etmemek değil. 'o'nun sende oluşturduğu anlam ve ona gösterdiğin sadakat. hedefteki şey her zaman nazlıdır ve tahmin edemeyiceğin kadar dayanıklık testine/ samimiyet sınavına tabi tutabilir zira seni... elde edemiyorsun; çünkü elde edip edememek görüntüye dayalı fiziksel bir hadise. kalbinde o şey nasılsa gerçekte de öyledir ve ötesi sorgulanmaz. inanç varsa açıklamalara gerek de yok zaten... elde edemiyorsun; çünkü elde etmek istediklerinle sırt çevirdiklerin arasında bir fark olduğunu zannediyorsun. şeyler arasındaki bu ayırımın doğal olarak ürkütüyor onları ve sen hakimiyet kurmaya debelendikçe kaçıveriyorlar elinden. oysa varlıkları ya da anlamları senin için farksız birer suret kılmayı başarsaydın durum bambaşka olacaktı. ki bu durumda elde etsen de fazla anlamları olmayacaktı senin için... işte tam da burada elde edemiyorsun; çünkü istediğin somut bir şeyi elde etmek değil, o isteğe yönelten soyut arzuyu bastırmak. arzuya tutkunsun sen ve en büyük hatayı onu somutlaştırmakla/ bir şeyle özdeşleştirmekle yapıyorsun... elde edemiyorsun; çünkü elde edip tutmaktan çok, ele geçirip bırakmanın hesabını yaptığından yeterince odaklanamıyor/ sabitlenemiyorsun... elde edemiyorsun; çünkü elde etmek diye bir şey yok. yoruldukça verilen molalar var, sen karanlığa gömüldükçe beliren ışıklar, sonsuza yürürken saptığın yanlış adresler var. bir amenetçi olmayı becerebilseydin, bir emanetçi olmayı becerebilseydin elinde kaldığı sürece haz da alabilirdin. ama sahiplenmeye kalktığında ne bir vakitlik olsun haz duyabildin ne de elinde bir şey kaldı... elde edemiyorsun; çünkü zaten sende. içimizdekilerin yansısıdır her şey ve bir düşte elini uzatıp bir şeyi tutmaya çalışmak nasıl boşuna çabaysa burada da öyle. dışarı bakan rüya görür çünkü...nodezo,13.9.2008 02:21 ~ 2:22

16- kaybetmek 

["serin meme uçlarında gecenin hiç gidilmemiş bir zaman"] dürüstsen kaybedersin. kayberdersin işte kendi gerçeğini ortaya koyduğun zaman. herkes der, dürüstlüğü seviyorum; yalandan nefret ederim der. basbayağı yalandır bu. senden onların doğru bildikleri şekilde davranmanı isterler. dürüstlük hoşlarına gidendir, yalansa hoşlanmadıklarıdır. dürüst olmaya başladığında yalnız olmaya da başlarsın. çevre çünkü bir kıpırtısızlık simsarları topluluğudur. kendinden ufak bir ses çıkartmanla dağıldıklarını görürsün. cici bir hikayedir dürüstlük ve paylaşmak, herkes kendi tenini ve ona uzanan eli okşar. ["hayata anne karnından bakan haylaz cenin yankısıydım"] sorular sorduğunda kaybedersin, ışığı açmaya kalktığında kaybedersin, yardım etmeye kalktığında kayberdersin. her sözün bir savaş ilanı olarak algılanır ve sen sevgiyle adım attıkça, işte bakın, nasıl da sinsice üzerimize hücüm etmeye hazırlanıyor derler. bize bizi hatırlatanlara kin besleyen ne oldum delisi alçak zenginleriz biliyor musun? gördüğü ışığı köreltmeyi görev edinmiş alçak memurlarız biliyor musun? bize yapılan çakallıklara, adiliklere onurumuzla cevap vermek yerine, acı çektirenden acı çektirmeyi öğrendik. yaşadığımız acı tecrübelere yeni düşecek olanları izlemekten tarifsiz zevk alıyoruz. çüklerimiz yalnızca birbirimize kalkıyor. ["gizli yıkım bana ihanet etmeye hazır"] satışa çıkmadığında kaybedersin, satışa çıkarmadığında kaybedersin. her şey çünkü satılıktır, bir fiyatı vardır. geri duran damgayı yer. damgayı yediğin zaman kaybedersin. hep damgalarlar, hep damgalar var. yaptığın her şey ve dahası sen, ufak beyinlerinde cılız bir yere sahipsinizdir. oradan bakar, duyar, konuşurlar seninle. bir şeyle damgalanmayı reddettiğinde kaybedersin. seni sana dair olan şeylerle değil, kendi ilgi duyduklarıyla tanımaya çalışırlar. tanıyamazlar seni. seni tanımak için bir dakika bile durmazlar. neler yaşadığın kimsenin umurunda olmaz. sen komutları uygulayan, olası etkilere uygun tepkiler veren makine oldukça muhatap kabul edilirsin. çektiğin karın ağrıları, mastürbasyonlar; beslediğin kin, uyuzuna giden şeyler, ayak parmakların, sırtındaki sivilceler kimsenin umurunda olmaz. yorulduğun yerde topal eşşek muamelesi görürsün. ["biri 'kataraman' kelimesinin anlamına baksın. deniz aracı falan galiba"] perdenin ardını merak ettiğinde kaybedersin. her nerdeysen kısa süreli bir oyun izleyicisisindir. perdeler indiğinde uslu uslu kalkıp gideceksin.nodezo,12.9.2008 01:49

15- düşman

dedi ki, seni ayakta tutan şeyler; düşmanlarına beslediğin amansız hınç ve inancına karşı hissettiğin derin sevgi... senin düşmanın, senin; yumruğunu yediğin insanlar, sırtından hançerleyen sevgililer değil; değil düşmanın otobüslerini molotoflayan şehir eşkiyaları, tekerleğine çomak sokanlar, arsenik oksitleri, serkeş ganglar, hasis istifçiler... düşmanın senin, düşmanın; otistik, tiran, jekoben fikirler; kuru, kof, kart sloganlar; hain ve komprador yasalar... fikirlerle yatıp kalkacaksın, duygularla, eğilimlerle. insanlar muhatabın bile olmayacak. küçük beyinler çünkü, kişileri ve olayları konuşur. hem insanlar, insanlar işte! hata ve unutuş bileşkenleri... değişiverirler hemencik. güven vermez düşmanı bile onun; ama fikirler kaskatı, riprijit dururlar sonsuza değin. onları hedefleyen asla şaşmaz. zaten ülkende senin, insan insanı düşman bildi de kıpırdamadı asırlık sömürünün tahtı. kimse kimseye karşıt değil, herkes kendinden yana oysa. bir insandüşmanla karşılaşacağını sanırsan yanılırsın. adresi kaybedenler vardır sade. elini uzatabildiğini çek al. direnenden sessizce uzaklaş. yüzünü fikre çevir, evrensel doğruya, sönmez pörsümez hakikatin ıpışığına... ne peki fikir, fikir peki ne? zerreden evrene getirdiğin izah o. seni burada ve heryerde konumlandıran şey. zamanın da öncesini, sonsuz zaman sonrasını bildin mi? var mı açılımın ahlak felsefesindeki yalın özgürlüğe dair ya da bir puya ağacı neden çiçek açınca ölür? herşeyi ve seni kuşatan bir fikir bütünlüğün yoksa düşmanın senin, düşmanın; kendinsin en başta ve seni çıplak alışverişsel yaşamın buzul karanlığına iten düzenin. alanlardan önce sınırlar belletildi sana, serbestiyetlerden önce yasaklar. korkuyla beslendin ve hazzın salt kaygı veren yanı sunuldu sana. [işte duruyor orada, ölüm döşeğindeki dönek.] hatırla, bilinçten azade, şöyle adamakıllı bir sevişmen bile olmadı. [uzan ve soyunsun sesin, sesin ki sıcak yaz denizleri.] gün ağartılarına, ishak kuşlarına, düzlükler boyu ot kokusuna yaban kaldın hep. doğanla küs ve doğayla küskün. ah bir tenin tıslayışından, bir kavağın hışırtısından çok uzakta... düşmanın senin, düşmanın; çepheleştiklerin değil, seni ve onları cephelere koyanlar; baştan aşağı aristokratların yazdığı yalan tarih, her metrekaresi kiralık kültür... düşmanın senin, düşmanın; fanusun içinden çıkmana engel olan her şey, sonsuzla arana giren herşey; sana, sırf sana, insan olarak, yeryüzünün varisi olarak sana bahşedilen dünyayı ülke-dil-etnik daraltmalarıyla kümese çevirenler... adi diziler, adi şarkılar, adi yazarlar, adi politikacılar, adi önderler, adi emesen geyikleri, adi tribün tezahüratları, adi alışveriş merkezleri, adi eydiyesel-telefon-su-elektrik faturaları, adi giyesem operatörleri, adi paralı toplu taşıtlar, adi tröstler plazalar, adi gazete sürmanşetleri, adi yaz kampanyaları, adi promosyon ürünleri, adiler. adiler...nodezo,5.9.2008 06:30

14- terör 

emperyal ulus devletlerin güvenlik sübobu. her sömürge sistemi kendine karşı(t) olanı terör diye yaftalar. bu şekilde kitlesel öfkeyi onun üzerine çekerek çoğunluğun haberi olmadan kendi tahakkümünde yol alır. temel bir düstur olarak, bir siyasi ya da ideolojik kimliğin niteliğini saptayabilmek için o kimliği kimin kime, hangi tarafın hangi tarafa nisbet ettiğini bilmek gerek. terörist, marjinal ve radikal gibi sıfatlar iktidarı gasp yoluyla elinde tutanların diğerlerine karşı kullandığı bir savaş stratejisidir. rejim kendine her karşıt olanı terörize ederek, kamouyu katında karalayarak ordusuna gönüllü, sivil askerler toplar. bütün baskılar kendini böylesi kampanyayla meşrulaştırır ve sonrasında olası büyük tepkileri de bastırmış olur. terörist gibi nitelemeler hep 'öteki' tarafından yapılır. şahsi sorgulamamızı yapmaksızın hep teröristin karşısında yer alırız. bu aslında sadece kendini ilgilendiren bir sorunun üstesinden tek başına gelemeyen, hatta gelecek riskler için kurban arayan iktidar odağının halka karşı yine halkla tertip ettiği bir komplodur. yine aslında, dost olanlar gerçek düşmanlarından habersiz ve onların direktifi gereği birbirlerini düşmanlaştırırlar. oysa rejimin çoğulcu vasıf arzetmediği ve iktidarın azınlığın çoğunluk üzerindeki imtiyaz aracına dönüştüğü yönetimlerde, ezilen azınlık imtiyazlı çoğunluğu alaşağı etmek için doğal olarak farklı yöntemler geliştirir. terör budur. çoğu illegal, anarşist örgüt ve yapının doğuşu bu safhada başlar. artık ortada değerler, erdemler değil, iktidar arayışı var demektir. dolayısıyla belli ahlaki ya da insani değerleri öne sürerek karşı tarafı haksızlamak baştan kendi kendini çürütür. kaldı ki, eğer bir toplumda imtiyazlılar ve imtiyazsızlar, daha da ötesinde güçlüler ve güçsüzler diye bir ayırım varsa ve yaşam seviyeleri bu güç miktarınca belirleniyorsa orada doğruluğa, erdeme değil, güce sahip olmak için çalışılacağı; herkesin kendi bildiğince bir sistem oluşturmak için haraket edeceği aşikardır. böylesi bir toplumun, sistemin başka bir sistem arzulusunu yargılamaya hakkı yoktur. tıpkı “paraya tapan bir toplumun hırsızları yargılamaya hakkı olmadığı” gibi.nodezo,4.9.2008 04:02

13- gündem

yaşanılan günlük şeyler…
türkiye’nin büyük krizlerinden biri gündem. somut yaşananları düşünmek, konuşmak yazmak, polemize etmek şeklinde çerçeveleyeceğimiz 'gündemcilik', toplumun zihin ve eylem alanını sığlaştırmanın en etkin yollarından biri. belli alternatif şuur aşılayıcıları, belli kanaat önderleri tarafından medya yoluyla bize empoze edilen gündem konuları kutuplaşmamızı, bu kutuplar ekseninde söylemler geliştirmemizi salık veriyor gizliden gizliye. gündemler, belirleyenleri tarafından bir sindirme ve güdümleme amacı taşıdığı için hayatımızın çoğunu işgal ederek vaktimizi çaldıkları gibi, hayati konuları yok saymamıza neden oluyor. hangi kesimden olursak olalım, o mecrada sunulan tipik tartışmaların, klişe lafların körkuyusunda debelenip duruyoruz. tesettür, laiklik ve iktidar muhalefet tartışmaları, ünlü yazarların gazeteler arası söz dalaşları, meşhurların özel hayatları gibi sık sık vitrinlere taşınan mevzular bunun en açık göstergesi. yapılan yorumlar gündemin verdikleriyle sınırlı, atfedilen değer gündemde kalma süresince artık meselelerin. manşetler, spot cümleler, flaş haberler arasında bize dair olanı yitirip gidiyoruz. bunun en büyük sorumlusu kuşkusuz medya; fotoğrafa bakan kesim için televizyon, yazıya göz atan kesim için gazete.nodezo,2.9.2008 02:29


12- siyaset

tüm o klasik "devlete, vatandaşlık hakkına, genel idareye dair olan şeyler", "devlet yönetmede takip edilen yol", "devletin temel işlevleri olan yasama, yürütme ve yargılamanın organizasyonu"; "toplum için bağlayıcı kararların verilmesi ve uygulanması süreci" bir yana, "iktidar mücadelesi"dir türk siyaseti. azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakküm aracıdır ve tipik taht kavgasıdır. politik sahnedeki çeteler arası çatışmada ezilen hep halk ve onun parantezinde değerler olur. türk siyasetinde muhataplar yok, karşıtlar vardır. devlet erkanı her kıpırtıyı bir tehdit olarak algılar ve halk, yinelenen demeçlerle, anayasal düzenlemelerle ve psikolojik tahribe yönelik güç gösterileriyle sürekli bastırılması gereken potansiyel suçludur. devletimiz aslında bu toprakların acı imtihanıdır. vatandaşlar onun hep katı yüzüyle karşılaşmışlardır. hiçbir zaman milletin rahatı devletin bekasına yönelik önlemlerden önemli olmamıştır. bunların önemli sebebi yeni türkiye'nin kurulurken halktan onay alınmamasıdır. sistem üsten inmeci olarak süregeldiği için baş aktör belli burokratik zümre ve bir sınıf entelijansıyanın yapıp ettiğine geri kalan figürasyon kitlesi tabi olmak zorundadır. yine bizde ülke ve devlet aynı şey bellendiğinden devlete karşı ülkeyi korumak bir tarafa, sistemin şahsına ait bir alanda vatandaş olarak belli haklar, mükellefiyetler karşılığında yaşamanın minnettarlığı içindeyizdir. doğal olarak, başımıza gelen mağduriyetlerde hak talep etmek yerine verilenle şükran duymayı öğrenmişizdir. bunda elbette, islam öncesi türk devletlerindeki hükümdarın tanrı gibi hatasız, mutlak güç algılanmasının büyük payı var. 80'lere kadar türkiye şu veya bu grubun resmi makamlarca pasifize veya modifiye edilmesine sahne oldu. üstlerin tokadını daima ensesinde hisseden insanlar medeni cesareti, bireysellik şuurunu bir türlü edinemediler. sonuçta 80 sonrasının ekserisini içine alan apolitik gençlik kuşağı gelişti. sahte demeçlerle, absürd yasaklarla yılan insanlarda artık millet olma bilinci kalmadı. yabancı hayranlığı, ithal kültür sükse yaptı ve ortaya kimliksiz, melez, heterojen bir toplum çıktı. başımızdaki politikacılar siyaseti devlet merkezli anlama yanılgısına düştüler. bu yasal/kurumsal yaklaşım toplumun fertlerinden, sivil kuruluşlardan oluşan aktörleri yadsır yönde. neden toplumu ilgilendiren kararların yalnızca iktidardaki siyasi mahfillerce verildiği ise başka bir yalnış. bugün güç toplamak için ne kadar reklam kampanyasına, istatistik şirketleriyle hemhalliğe ve önemli sima 'satın almaya' ne denli ihtiyaç duyulduğu malüm. kapalı kulisler, kamera arkaları ve gizli telefon görüşmeleri ise çoğumuza meçhul.nodezo,31.8.2008 14:44 ~ 14:45

11- varoluş varoluşu tanımlamak için zaman-mekan tasavvuruna, dahası onların mutlak müsebbibini bilmeye gerek var. dolayısıyla varlık düşüncesi insanın sosyal hayattan semavî hadiselere bütün bir evren algısını şekillendiren genelliğe/tözlüğe sahip. her cenah kendi izleğinde savlar serdeder bu noktada. spesifik zaviyemden varoluşu allah'ın ilmindeki hakikatlerin (ayânı sabite) alemde (allah dışındaki herşey anlamında) tahakkuk etmesidir, diye anlıyorum. nasıl "hareket," şeylerin potansiyel güçten pratiğe geçişi ya da bir mekandan diğerine sirayeti ise varoluş da ilahî bilgisel gerçekliğin evrensel gerçekliğe dönüşmesidir. "yokluk"tan çıkması demiyorum; çünkü yokluk yoktur, varlığın olmayışı olduğu için rölatiftir, nisbîdir. varlığın ilk biçimlenişi zaman mekan olarak belirir. yani varlıkla/varlık olarak yaratılmışa yönelen güç ilk suretlenişini zaman-mekanda yaşadı. lakin zamanın mı, mekanın mı önce olduğunu saptamak güç. sonuçta zaman bir şeylerin önce, bir şeylerin sonra olmasından doğan bir kavramsa ve bu şeylerin oluşları bir mekanda gerçekleşiyorsa (hayz), yine mekan ancak ilk yaratılıştan sonsuza dek nesnelere dönük yaratma iradesini belli periyotlarda (kader kaza) kabule müsaitse, o halde zaman mekan birbirinden ayırımsızdır diye geliyor akla.nodezo,31.8.2008 12:56 ~ 12:59


10- kelime kelimeler... dilin dinamoları, düşüncenin kompresörleri. kelimelerle düşünürüz. kelime dağarcığı dilsel deyişi kolaylamasının, genişletmesinin dışında his-muhayyile ile beyin arasındaki iletişim yolunu kısaltır. bazen amaçtır kelime, araç değil. nasıl ki, severken yaptığımız, sevdiğimiz kişiye tutkular üretmek değil de, tutkumuza kişiler bulmaksa, kimi kelimenin kendisi manasından bağıntısız olarak güzeldir. "gül" örneğin, ne güzel! yarpuz, killi toprak, lepiska... "kunt acılarla incelmiş ve ölgün."nodezo,30.8.2008 13:20 ~ 13:21


9- sorun sorunun çapının sahibinin kalitesini gösterdiğini düşünüyorum. çoğumuz popüler konularda tartışıp ettiğimize, "alın bunlarla biraz oyalanın" diye önümüze atılan gündem maddelerinden konuşup durduğumuza göre çoğumuz şişirme insanlardan, kabuk kişiliklerden ibaretiz. türkiye'de kendisine dayatılan her tür gündem, kimlik ve değeri elinin tersiyle itip kendi rotasını çizen üzücü ki çok az. kendini muhalif sanan/ kendisi muhalif sanılanların yarıdan fazlası muhalif olduklarının piyonu durumundalar. düşmanı yönlendirmeyi başarırsan savaşın çoğunu kazanmışsın demektir çünkü. iğreniyorum bize yazılandan, gösterilenden, konuşulandan.nodezo,30.8.2008 12:28 ~ 12:29


8- teşkilatkötü yapıyı iyi yapıyla değiştirmek yetmez. en iyi yapılar bile zamanla ister istemez katılaşır, hareketsizleşir. esnekliklerini ancak sürekli bir irdelemeyle sürdürebilirler. maurice duverger, le nouvel observaeur [türkiye'de gençlik hareketleri'nden, alpay kabacalı]nodezo,30.8.2008 03:01 ~ 3:01


7- yalnızlıkmodern öncesi insan fiziki olarak yalnızdı. ıssız çevreye, kuz yaşamsal alanlara sahipti. buna karşın tinsel açıdan sosyaldi. içi birbaşına değildi. kendiyle çelişeceği, başkasına öyküneceği, böylelikle kişilik bölünmesi yaşayacağı ötekiler/karşıtlar/ikonlar/idoller yok denecek kadar azdı. modern insansa fiziksel biraradalığa sahip. çevresi canlı, devingen. meşguliyet alanı, sosyal ağı sınırsız. ne ki ruhu yalnız. içerde birbaşına. ya mutsuz, ya hissiz. imajlar/imler yoluyla kendine üretilen ötekilerle, korkularla ağır ağır zehrini yudumluyor.nodezo,30.8.2008 13:34


6- bilgibelkide bilgiden çok bilgiyi aldığımız kaynak ve çevre önemli. çünkü hiçbir bilgi kendisini doğuran düşünsel ve sosyal koşullardan bağımsız değildir. renksiz, salt bir bilgiden söz edilemez. bilgiyi aldığımız kaynak ve çevre önemli; çünkü bilgiyi aldığımız yerden aynı zamanda farketmeden onun yorumunu, nasıl anlaşılması gerektiğini ve ona soluk veren duygusal, ruhsal ortamı da alırız. dolayısıyla bugünkü gibi bilgiyi aldığımız kaynaklar aşağı yukarı aynı ise düşüncelerimiz de aşağı yukarı aynıdır ve birkalıptır. herkesin aynı şeye inandığı yerde aslında hiç kimsenin bir şeye inanmadığını göz önünde bulundurursak bilgiyi alış biçimimizin inancımızı/inançsızlığımızı nasıl etkilediğini farkediveririz herhal.nodezo,30.8.2008 13:05


5- postmodernizm postmodernizmi tanımsızlığın tanımı olarak görenler vardır. fizikteki belirsizlik ilkesinin başat olması gibi... yine jean françois lyotard, eğer postmodern olarak adlandırılan düşünceden söz edilecek ve birtek özelliğinin altını çizilecekse bunun, "üst anlatılara karşı duyulan kuşku" olduğunu yazar. jean françois lyotard, la condition postmoderne, s.7. defter dergisi, 1992, s. onsekiz.nodezo,30.8.2008 11:52
4- vakanüvisgeçmiş müslüman literatürde "rivayetçi tarih yazarı." en ünlüleri taberi'dir (ö.923) ilk üçyüz yıl bu ekol hakimdi. x.yy.dan sonra tahlilci tarih ağır basar. en ünlü temsilciler yakubî, birunî ve ibn-i haldun.nodezo,30.8.2008 03:42


3- ramazandinî istismar ayı, merhaba! light sohbetler, soft ibadetler, rio karnavalsı iftar sonrası şenlikleri ve commercial muhafazakar tv program(sı)ları... hoştgeldiniz!nodezo,30.8.2008 02:52
2- vikipediçoğu forum, net ve interaktif sözlük genel bilgiler noktasında ondan kopipestle ayakta. kişisel çaba yitti. kolaylığın hükümranlığı. kendi renkleri nerede? o halde aradan çekilsinler de direk vikipedi'den bakalım. yani.
nodezo,30.8.2008 02:44
1- hürriyetbatı hürriyet teorileri arasındaki fark: aristo, rousseau ve hegel gibiler insanın ancak yapması gereken şeyi yaptığında hür olduğunu savunurken; hobbes, locke ve mill gibiler insanın önüne hiç engel konulmaması gerektiğini savunur (biri bireysel hürriyet, diğeri ruhsal hürriyet.)nodezo,30.8.2008 02:34



.......................................................................

altyüz kırkdokuz

yeterince yalnız mısın? onca başarısızlık bari bunu başartabildi mi? koca dünyayı ağzına tıkabildi mi hayat? kuz, sarp bir keçiyolu bulabildin mi kendine? 


hiçbirinizi incitmek istememiştim. koşarken ezdiğim ayrık otları, rüzgarın savurduğu toz öbekleri.. kendime yenildim, sade kendime.


artık kendin adına bir şey bekleme. mutluluk bugüne kadar yaşadığın ancak. bundan sonrası nasıl denir, kader kısmet işte. 

neyin varsa kendine sakla. hiçbirimizin hiçbirimize ayıracak vakti yok. saklı yaşa. gözden çıkardığını paylaş ve ah hesaplar sorma.

biraz klişe ya, yaşam ölürken ve artık önemi kalmadığında başlar.


kalabalıktan kaç, sureti aş, derine bırak kendini. sadece dilini yitirdiğinde. sadece.


düşmanla ya da bir rakiple karşılaşacağını sanma. adresi kaybedenler vardır yalnız. elini uzatabildiğini çek al. direnenden sessizce uzaklaş.


oku. gör, meğer ne açmışsın. düşün. gör, meğer ne dalgınmışsın. bıraktığına dönüp bakma, tuttuğuna yapış. korumak bu. koru.


ihtiyacın olan her neyse ancak ses kesildiğinde gelecek. buna inan. yalnızlık.. sindirmektir o. herşey askıdaydı, havadaydı çünkü sende. hala da.

............................................................................


sekizyüz bir



bilginin hazzı, öğrenme fetişizmi, okuma açlığı...




hakikî hayat nâmevcuttur (olup da olmayan)... "var" burada değil; burası bir olanın işareti; ama o burada değil... ben bir başkasıdır. kendini keman olarak duyumsayan odun parçasına yazık! (arthur rimbaud)


modern batı felsefesinin temelini grek felsefesi oluşturur. 

kadın zavallıdır (m. alperen)

gizli yıkım bana ihanet etmeye hazır. (...) düş sabah güneşinde beni almaya geliyor. (...) dünyanın akışını ve vuruşlarını kendi yaptığım düzenli sözcük örüntüleriyle yeniden yaratıyorum. (...) gebelik hazzı içinde doğurdum bebeğimi. (sylvia plath güncesinden)

"sahneye ilk çıktığında beyaz yünlü pantalonu, kruvaze spor ceketi ve bej kaşmir balıkçı yakası ile son derece şık ve alımlıydı."

never can say goodbye (asla elveda deme)
ı feel love (aşkı hissediyorum)

ışığı görmek üzereyim.

ı'm the one (ben seçilmişim)

"bu dünyada mutluluk iyilikten gelir. tutkudan ve istekten arınmak, egoizmden kurtulmak ise gerçek mutluluğu bulmaktır. acıların tümü bağlandığımız şeylerden gelirler. mutlu olmak istiyorsan hırsından arın, sahip olma duygusunu unut ve hiç bir şeye bağlanma. tanrılar sadece ruhunda öfke barındırmayan insanlara ulaşabilir."

"gençliğe yönelik nostaljide gizlenen hınç."
.....................................................................................


dörtyüz bir

1- Başında taç bulunan hiçbir imparator kendi eliyle yamanmış bir hırka giyen peygamber Muhammed kadar saygı görmedi. Thomas Carıyle


2- Avucuna almak istediğinin kalbini kazan. La cardoire

3- Bin bahar görse taş yeşermez. Mevlana

4- Çoban uyudu mu kurt emin olur. Mevlana
5- Erkekte istikbal, kadında mazi ararım. Oscar Wilde
6- Kanaatkar yaşa, sultan olursun. Hazreti Ali
7- Kendini aşmayan etrafına taşamaz. Şadi Eren
8- Bir kurşuna vurulda bir kadına vurulma. F. N Çamlıbel
9- En tatlı kadın bile acıdır. Niçe
10- Mertebe kıymete göre olsaydı kaşa gözün üstünde yer verilmezdi. M. Agah
11- Analar çocuklarının akıllarından tutacakları yerde ellerinden tutarlar. Druplanlaup
12- Bir sürünün üzerine atılacak kurt onun sayısını düşünmez. Büyük İskender
13- Erkek bildiğini söyler, kadınsa hoşuna gideni.
14- Sopayla kilime vuran kilimi dövmez, tozonu silkeler. Mevlana
15- Sönecek mum ışığını artırır. M. Bakır
16- Entelektüel başkalarından daha çok şey bilmediğini daha çok sözcükle anlatan kişidir. General Eisenhower
17- Bir mesele bir çok toplantıya neden oluyorsa, toplantılar gittikçe meseleden daha önemli olmaya başlar. Türkiye ve din. Esprili sözler. F. Cemil Coşkun
18- İtiraf geciktikçe zorlaşır.
19- Senin olanı iyice koru…böyle davranırsan hiçbir aksilik mutluluğuna engel olamaz. Epiktetos
20- Gayri islami bütün mahkeme ve hükümlerden, islami fikrinle çatışan klüp, gazete, okul ve kuruluşlardan tamamen ilişkini kes. Vecibeler, Hasan el-Benna
................................................................................................

telefonu kapattığımda birinci katın merdiven düzlüğündeydi. zemin kata son dönüşte elimle önden buyurun işareti yaptım. hoşlandı. tebessüm etti. muzip, minnetkar, mağrur kendini önemledi. yolda eşlik ederim diye yüreklendim. çıkış koridoruna geldiğimizde ikinci kez elimle yolu gösterdim. üstümde emanet taşıdığım bir nezaketle. "teşekkür ederim. burda bir sigara içeceğim" dedi. çaresiz tek çıktım. kaldırımda motorlu bir kurye kaskını takıyordu.
................................................................................................


geç evlenmek




bir ertelemedir sade; darbenin sızısını dindirme beyhudeliği, yüzleşme gizil korkusu... tecrübe ya da daha olgun davranma umudu ancak bir eylemin içinde, hissederken/muhatapken kendini kişiye sunar. geç kılışta aksine evliliğin kendi dinamikleri dışında belki ütopik bir farketme/tanımlama/yorumlama düşü yatar. bekledikçe beklemeye bahane üretir çünkü insan. ve tecrübe yalnızca kendini adayana verilir. hesapsız ve en az beklentiyle; kendini fütursuzca teslim ettiğinde insan gerçeklik onu muhatap alır. kaldı ki, çekimserlik ya da önceden atılım yaşadığımız duygunun/gerçeğin gerçekliğine etki etmeyen ve ancak sahibinin algı ve duyuş evreninin komplike örüntüleriyle alakalı bir tutumdur. bir his henüz bizim duyuş alanımızda ve bizde mazmunken duyumsattığını eylem aşamasında, bizim yetkinliğimizden çıktığında bambaşka/ hiç bilmediğimiz bir bütünlüğe bürür. burada sorun erken ya da geç tavır izlemekten çok, evliliğe dair beklentimizi ve ona atfettiğimiz anlam öbeğini en minimal seviyede tutamamaktır. ya da belki tüm bu kıçtan sallanan savın dışında, tek gerçek geciktirmek, değiştirmek, kendinden herhangi bir değer atfetmek gibi spesifik anlam üretimleri yapan bireyin algılama mekanizmasıdır. herşey özne insanda bir form objesinden ibarettir. baktığın yerin ve oradan bakan senin gayrısında bir reelikten bahsedilemez. ya da belki ne baktığın bir yer ve oradan bakan sen sözkonususunuzdur; ayna da, suret de, o sureti seyreden göz de bambaşka tek bir varlıktır. belki..

................................................................................................


altmış yedi

16 07 çarşamba. niye yazayım ki artık. söylenen söylendi. hayat neyini yazıya sızdırdı ki. gerçek olmayan şeyler. bir şey ne olursa olsun asla başka şeyin yerini tutmaz. dünya ne düşkırıkları, ne acılara sahne oldu. herkes kendi gizil gettosunda. bir kedinin kağıttaki kelimelere bakışıyla bir insanın bakışı arasındaki fark. hayvanlarda dil olmayışını düşündüm geçen gece. sade hisse ve eyleme ya da içgüdüye dayalı yaşamın tarifsiz kutu! bunlar pek tipik laflar. yazıda gerçek arayışında olanları biliyoruz. ya yazmayı, dahası anlatmayı seçmeyenler! bir insanı mutlu etmeye çalıştığımızda onu kaybederiz. hele kadınlar, aslında erkekler de öyle; kendilerini mutsuz etmeyi göze alana râm olurlar. uyu yorum. dem 02:00.




01:25. bir yerin olur. her şeye oradan bakarsın. önce bir şeysindir; hissettiğin, biçimlendiğin bir kişi(lik) ve bütün o başka şeylere başka bir şey olmayı senin bir şey olman verir. gideceğin yer bellidir ve ona göre azıklanır, yön çizersin. oraya göre hedeflerin ve gereklerin olur. bu hep böyle olur. evvelce insan hangi şey olacağını belirler. ona göre evren anlamlanır, konumlanır karşısında. işte anasını satayım ben henüz bir şey olamadım. bir yerim yok. dolayısıyla oraya matuf bir evren şekillenişinden yoksunum. kısa film senaryolarıyla sinemaya mı atılayım, şiir dosyamdan başlayarak deneme, öykü, aforizma, kişisel genel kültür ansiklopedisi ve fotoğraf içerikli bir kitap dizisi yazınına mı girişeyim, ara verdiğim dergiyi mi çıkartmaya başlıyayım, içinde yer alacağım büyük bir dergiyi mi bekliyeyim, tebliğci gençlik hareketinin eğitsel aşamasını mı başlatayım, grafik tasarımımı geliştirip kendime bir geçim kapısı mı açayım?

02:44 nurullah ataç’ın “günce”sinden kullanımıma yabancı kimi tilcikler(!) notluyorum. bir kaçı: oturmağa/gitmeğe, önemlemek, yaşıyan-adıyan, tilcik(kelime), bölem (parti), şaşalıyor, susku, deneti, yığışma…

14:07: radikal kitap ekinin sonundaki “siz beatnik yazarlarından hangisisiniz?” testine sardım demin. benim gibi “a”ları çok olanlar jack kerouac oluyomuş. sonra yeniden cevaplamayı denediğimde william s.burruughs’ın yer aldığı d şıkları fazla geldi. lavuklar seks edebiyat uyuşturucu ve isyanın mına koymuşlar. biçemleri de o kerte hududsuz: “uçsuz bucaksız bir göl gibi görünüyor dünya. kendimi bırakıyorum”, “seviyorum ya seni, ondan her saçmalığın kabul”, “siyah… üzerinde bir sevinç. biraz da gölge. gözükmüyor netsizliği”, “büyülüydü evren… yok oluyor. şimdi ne önemli!”, “çık dışarı ve yürü”, “şu çiçeği görüyor musun, o da aşktır, şu bulut da…”, “son söz… asla söylenmeyecek.”

................................................................................................

oscır vald “heykeltraş düşüncesini mermere aktarmaya çalışmaz; doğrudan mermerle düşünür” demiş. buna göre herhalde yazar da kelimelerle düşünür. ben duygularla düşündüğüme göre iyi bir yazar olamam gibi. fikirler üzerinden giden bir fikirci tîneti de yok bende. benim temel aracım olan duygu galiba en tekinsiz ve süfli itelge. duygularla düşünen ne olur onu bilmiyorum henüz.

minimalizm'in öngördüğü sanatsal biçimin aşırı yalın olması gerektiği kanısına çoğun katılıyorum. bir kaç renk ve sade geometrik tasarım… nesnelerin ruhsal doğasına vurgu yapmak. zaten “tasarım”ın bir dergi kapağında okuduğum şu tanımı ufkumu bayaa açıcıydı: tasarım; detaylardan arındırma sanatı… yaşantımıza döküversek bunu: oturulabilecek en asgari ev, konuşulabilecek en asgari söz, yapılabilecek en asgari iş…

kavramların sözlüksel tanımlanışı hayranlık uyandırır bende. sebeplerinden biri bu paso sözlükler karıştırmamın. “çizgi” mesela: hareket eden bir sivri ucun bir yüzey üzerinde bıraktığı iz... harika bi ş. parantez olarak, soyut mefhumların tarifine ilişkin vecizevi sözlere de bayılırım. “güzel” mesela: güzel kendi başına arzulanandır (aristotales)… sahi bu sadette kim güzel allah’tan gayrı?

cins kafalar çok acı çeker mustafa (büyüğümden)
................................................................................................



kırk sekiz


30 06 pazar ertesi


oynayış. sûzinak şarkılar, dostâne ünsiyet olunmuş vücut eklemleri, çok kerih leşçil inreyişleri, çıvan su - şarlayan su, sası yemişler, boş havada tirildeyen hav - bir elde tirildeyen öbürkü el, ölü soyucular ve mütelevvin gönlüm; bönlüğün yaylaklarında matiz.



derinti meskenim. yonulmuş ağu ağacından, heba çepellerinden. döşüm kağşak ve tozuntu. matuhum usun burgacında yoktan bir tayın kaburgasında gâhın hayhuyunda.

dilerdim filizî yapraklanayım bir ılgımda yepelek yahut bir çökül; akarsuyun ovada bıraktığı.
................................................................................................


29 06 pazar


hiçbir şeyle alakası olmayan yazılar olsa. birbirimize nedensiz gülümsesek. acı çeken birine digeri ögüt teselli vermeyi bıraksa sessizce ona sarılıp kalsa. kimsenin kimligi kimsenin umurunda olmasa. böylesi kesin ciddi baglar olmasa. önceye sonraya degil bu ana baksak. çekip giden açıklama yapmasa. terkedilen de soru sormasa. uzun sürmese kan bagı bile. biraz benim babam olan sonra senin amcan olsa. mallarımızı bölüşsek. şifonyelini veren digerinden ütü takımı alsa. herhangi bi kapıyı çalsak gülümseyerek bi köşeye geçip kıvrılıp uyusak. digeri de açıklama beklemese. sade "sabah balıga gidicem gelmek ister misin" dese mesela. adlarımız olmasa. birbirimize insan diye hitap etsek ya da kardeşim. birbirini tanımayan insanlar grupça bir digerine süprizler tertiplese. kimse kimseden bi ş istemese. fazlası olan kapısının önüne bıraksa ihtiyacı olan oradan alsa. evler çadır olsa. çadırların önünden sanatçılar bilginler geçse. düşüncelerinden yapıtlarından bahsetseler. para diye bi ş olmasa. her biri bir digerini doyurmakla bi gün sorumlu olsa. digeri de öbürgün o birini doyursa. iş olarak tek sanatkarlık olsa. dogal olmayan ürünler fabrikalar olmasa. sınırlı sayıda ve sparişle el üretimi mallar olsa. dogan bebek sürekli degişen çevrede büyüse. insan anasını babasını bilmese. herkes babam ablam dayımın kızı ya da kuzenimin süt kardeşinin yengesi olabilir olsa. aile üç beş kişi degil tüm insalık olsa. özel mülkiyet olmasa devlet mülkiyeti de olmasa. ortak paylaşım olsa. sahipler degil emanetçiler olsa. dükkanların evlerin belli şekli yeri olmasa. topraga yakın olsa her olan. boy büyüklügünden yukarı yapı olmasa. bazen bi uyusak yaz gelse. kimileyin bi dudagı öpe kalsak aylar geçse. mescidler kütüphaneler galeriler açık havada olsa. yalnız tuvaletleri kapalı mekanlara yapsak. bazı akşam büyük ateş etrafında toplansak. biri anılarını anlatsa digeri düşüncelerini açıklasa bir digeri uzun uzun rabbimize allah celle celalühümüze hamdetse dursa. uzak yakın biz öteki zengin fakir türk moritanyalı soylu taşra ayırımlarını bilmesek. bitkilere çalışsak su kenarlarında uyusak agaç dipleri oturma meclisleri olsa. 

................................................................................................


dokuz yüz

istiyorum: istiyorum ki bu dünya en az şekliye bi dünya olsun. herşey en asgarisinde kalsın istiyorum. bazılarımızın adı bile olmasın. ben-öteki odun-demir taşşak-ahududu güzel-çirkin farkı olmasın istiyorum. istiyorum ki birbirimize şeylere varlığa değil, boşluğa soyuta rabbe dönük olalım.


no’lur olmayın: bokunuzu yiyim aşık olmayın. birbirinizi abartıp acı çekiceksiniz. aşk olmasın hemen sarılıp sevişin ve alışın. kötü bir şey değil birbirinize alışın giriş faslını geçin. zalim olmayın no’lur. kim ne şekilde olursa olsun dünyanın herhangi bi yerinde herhangi birine zulmederse o ibnenin tekidir hint taşşadır zaten hint taşşayla falan hiç işim olmaz. yalvarırım aç, muhtaç, fırsatçı, çanak yalayıcı olmayalım. herkes elindekilerle en iyisini yapsın. bi şey de yapmaya gerek yok aslında. en az hasarla ölmeye gayret edelim yeter.

yapmasınlar: sinema yönetmenleri salya sümük ajitatif, en az emekle-parayla durum kotaran, bayağı dram, ucuz mesaj kaygılı filmler yapmasınlar. yazarlar bi kitleyi baz alarak yazmasınlar. zaten sırf yazan yazar olmasın. yaşamın hissin zorladığı şeyleri ve ilham geldiği miktarca yazsınlar. bir holdingin, bir teşkilatın bön bağlısı olanlar yazmasınlar. devletten maaş alanlar, bankalarda parası olanlar düşünür-yazar-sanatçı olursa ben o düşüncenin o yazının o sanatın içine, ta göbeğine ossurayım.

hakkı yoktur işte hakkı yoktur: soylu erkinin amuduyla götürdüğü bi ülkenin hırsızları yargılamaya hakkı yoktur. külodu belli eder, göğsünü afişe eder giyinen kadının kendisine pandik atana, “uff yavrum, bi kere versene” diyene kızmaya hakkı yoktur. ama nerde o goç daşaklı erkekler. hepimiz iki yüzlü yavşak olup çıkmışız. insanları yine birtakım insanların yazdığı anayasaya bağlılığa zorlayan rejimin otobüsleri molotoflayan, dağlara çıkan kişileri haksızlamaya hakkı yoktur. bir takım insanların keyfinden çıkan şeyler tüm insanları bağlayıcı mı olur adi köpekler.

kurtulun: en başta cep telefonlarından kurtulun. aha şu bızırına çimento döktüğümünün bilgisayarından kurtulun. banka kartlarından, çeklerden, otomobillerden, ev diye geçinen apartman gettolarınızdan kurtulun. devlet dairelerinden, alışveriş merkezlerinden, büyük cafe resturanlardan kurtulun. kurtulun kurtulsunlar kurtulalım. valla billa diyorum hafifleyelim. hangisi bizim atalım gitsin. evreni anlamıyoruz kabukta kalıyoruz bu değil yanlış yapıyoruz ah ya.

siyasi liderler, iş patronları, teşkilat büyükleri, cemaat reisleri, kanaat önderleri!: izole odalarınızda kaseyi yayıp toplantı yapmayı bırakın. birkaç kafadar oturup düşünce mastürbasyonu yapmayın. fikir fahişeleri olmuşsunuz anam siz. kafanızı dışarı çıkarın. ötekilere bakın. herşey yolunda gibi görünmeyin. ağlayın lan bi kere milletin önünde. ancak peşinden gidenlerin karşısına geçip bazen “sıçtık arkadaşlar. sorumluluğum ağır. bana yardım edin lütfen” diyen öncü şeffaf ve katılımcı bir yönetim oluşturabilir. açık olun, okuyun, deli olun deli. gece çıkıp sokakları gezin yalnız başınıza. muhaliflerinize yazılı açıklama yapmak, kendi aranızda arkadan atıp tutmak yerine bulunduğu binaların önüne gidin ve “çıkın lan hadi hesaplaşalım teke tek” diyin. sonra bi makama gelince götünüz koltuğa çivilenmesin. biraz durup ikileyin. taze kanlar gelsin. deveran olsun, akış olsun. sonra sen olsun. bi deniz olsun. orada bi yerde ben olayım peçel, çolak ve tökezleyen sesimle kirpiklerinin deltasına uzansam ilkyaz ve şebboy. çok üşüdüm bebeğim desem, dünya nasıl desem kekreydi, hamızdı, ağuluydu sonra insanlar gayetkene konformisttiler ebleh humakâ. ağladım hep. gülen şerefsizin nobellisidir. a pötürcek, o eskişehir memenden bi nanikleyeyim usulcenek.

................................................................................................

şiir işte bu

Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün,
Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün;
Serinlik vurdu korulara, canlandı serçelerim;
Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata,
Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta.
Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da.

[Ülkü Tamer, Ben sana teşekkür ederim]


Şaşırdım, dümdüzdü görünü,
Cansız bir kağıdın üstünde gibi,
Ardı yok, ne pürtük, ne oylum,
Ağaç değil mi bu, duvar, yağmur değil mi?
Ters yüz ettim, başaşağı getirdim,
Elimle dokundum sonra, bilmiyorum ki,
Hem yaşıyordum, hem yaşamıyordum,
Yeşil gibi, dikey gibi, ses gibi.
[Melih Cevdet Anday, Görünü]


Çok tenha bir kumsala çekilmiş
Bir dilim taze kavun sandalı
Masanın ayağından sular geçiyor

Çıplak memeni okşayan rüzgar
Bir turunç kokusuyla sarıyor
Buğulu kadehe bakan yüzümü

İkindi güneşi bir pencerenin
İşlemeli demirine vuruyor
İçerdeki kuşlar dağılsın diye

´Aptal´ diyor ´durma orda yanarsın´
Gölgeye çağırıyor tales eşeğini
Zeytinin dibinde bir ufacık kız

Bir bakır mangaldan iki istavrit
Gizlice göz kırpıyor kedilere
Defneler yaprak kabartıyor

Balıkçılar ağ atıyor durgun denizin
Dibini ısıtan mor yıldızlara
Ve akşam da onlara ağ atıyor

Alıp götürecek ay görününce
Herkes sevdigini yer yatağına
Yeryüzü sevişince değişiyor
[Onat Kutlar, Yedi küçük fotoğraf]


Memnunum diyemem yaşadığıma,
Bana bir şey söylemiyor
Bu deniz parçası, bu taka.

Gün bitti, yollara düştü kahır
Ötme vapur, gelemem
Dört duvara sarılmışım.

Sarmadı gitti beni
Bu yandan çarklı dünya;
İki yakam bir araya gelmiyor
Ivırı zıvırı caba.

Parmak parmak çürüdü
Bir karış ömrüm,
Yalan şeyleri özlemişim, nâfile
Nâfile şiir yazmış, kahırla yıkanmışım,
Gülmüşüm söylemişim, boşvermişim her şeye,
Senin için yaşamışım insanoğlu, nâfile!
[Cahit Irgat, Memnunum diyemem]


Tüylerimden başka sevgilim yok
Eşsiz bir çılgınlıkla ürperiyorum
Dudağım tüylerimi öpüyor
Masmavi bir ışık yanıyor tüm evlerde
Yüzüme ateşten bir gamze deştim
Bekliyorum
Gelecek benim kahramanım
[Ali Duman, Tüy]


Kimi ilgilendirir herhangi birine ait olabilir bu öykü
Evler sokaklar cam kırıkları
Kilerde tuazkanmış balık
Avluda esneyen çınar
Uzayan kedi
Terli ve yorgun aşklar
Sonunda her öykü kendi kahramanını öldürür

...

Sessiz iklimlerin çocuklarıyız şimdi
Ne varsa yarından kalacak
Kırık dağ laleleri gibi
Yalnız kalmak gibi sonsuz ve acı
Öznesi liman bir vapura yüklüyoruz
Denizler bile yetmez

[Zeynep Kurada'dan]


Hiç umursamadan günü sarsan parsları
Kapuzlar geçiriyordum
Öpücüker dağıtıp
Nadir çiçekler saçarak çıktım yola
Akut yaralarla kaplandı canım
Caygın değildim bir laçin arkamdan geliyordu
Çıktım
Tanınmaz hale gelmek
Haleleri indirmek için başucumdan
Kavaf işi kavuşmalar için biraz da

[Murat Menteş, Melez vekil alakarga]

................................................................................................

Yalnızlık direksiyona senin geçmendir. Hem yaşam orada başlamıyor mu zaten?




İğne ucu kadar bile yerin olsa, onu koru. Orası sana yeter de artar bile.


Demek dedim sevgilimiz terketmese Rabbi de hatırlamıyacağız.

Çiçeği dalında sev. Onun yeri orası.

Her adımı mayın çıkabilir endişesiyle atacaksın. Yaşamın bütün sırrı, mutluluğu bunda.

En kötü ihtimal yenilmiş olacaksın. Ki zaten pişmanlıkların değil özlemlerin acıtacak seni.

Bir yere falan vardığın yok. Yarı yolda tükendin ve hedef hakkında tahminler yürütüyorsun. Hepsi bu.

Sana en uzak insana ne kadar yakınsan sana en yakına hatta kendine de o kadar yakınsındır.

Gideni beklersin. İstediğin gibi gelmiyeceğini bile bile. Beklediğin kendinsin aslında.

Kimse senden üstün, değerli değil farklı. Sadece farklı.

Sana kalsa önündeki tastan kafanı kaldırmayacaktın hiç. Bu yüzden Allah alıyor elinden bazı şeyleri.

Bir aşk söylenen sözlerle devam etse de söylenemeyen şeyler yüzünden biter.

Gecenin üçünde arayacağın dostların var mı? Gerisi paran oldukça yaptığın alışverişler. 

................................................................................................


Birini eğitmek, onda kendini eğitmektir. Eğiten eğitiminde birincil özne olmaktan çıkıp eğittiğinin ardında ikincileştiğinde başarısız olur.

Kadın o an ve o aradadır. Sonrasına dair her beklenti düş kırıklığıdır.

Hiçbir şey seni ona verdiğin değerden daha fazla üzemez.

Etmemek ne kadar elindeyse o yardımı etmek de o kadar faydalı olur.

Kendi içinde ne kadar güçlüysen, başkasının içinde de o kadar güçlüsün. Kendine ne denli sahipsen, başkası da sana o denli sahip çıkar.

Sönüp gitmiş sanma. Kordur daima; alev almak için bir rüzgar bekleyen.

Kişiyi değil düşünceyi muhatap al. Düşman saydığının çoğu kazanamadığın dost.

Ne güzel kendimiz olurduk
Kendi bildiğimiz olmasa!
Ne güzel hepimiz olurduk
Diğerimiz bildiğimiz olmasa!


Her şey her şeydir. Farklı şekillerde hep aynı şeydir. Öyledir ve değildir. “Ben”i gerçekleştirmede kendi, ötekini oluşturmada “hepsi”dir. Sorun birindeyse suç hepsindedir. Kendindeki varlığı diğerindeki yokluğudur. Hiçbiri yok hepsi vardır. Tek rabb bir şeydir; diğer her şey her şeydir.

Kime girsen kendine çıkıyorsun
Kendine indikçe başkasına çıkıyorsun
Öyle bir definesin ki
Nereden girsen hazineye çıkıyorsun.


İmgenin dili geliştikçe nesnenin sesi kısılır.

................................................................................................

Zikrimin İnce GüzüFerhan Şensoy

Yürüyorlardı, havadan sudan konuşarak ve havadan sudan konuşmaya özel özen göstererek, bunu birbirlerine hiç göstermeyerek yürüyorlardı yola bir eziyet biçiminde, bunu yola sezdirmeden. Yolun da onlarla fazla ilgilendiği söylenemez.

Bir gören olur, bir duyan olur kuşkusuna bürünmüş, kuşkularının yakalarını kaldırmışlardı. En azından birbirlerini duyabilirlerdi. Buna daha önce çabalamış, başaramamışlardı. Yitirmenin şiiri her ikisinin de başını iyice döndürmüştü. Yitirmeye alışmak da bir biçim işte. Büyük adamcılık oynayan çocuklar gibiydiler.
Yeniden mi başlamak? Yaşanmışlar yaşanmamış varsayılabilir mi? Söz bitti. Yol bitmiyor. Yolun kıyısında ısırganlar bitiyor. Dört dörtlük susku. Derken susku tükeniyor.

- Oturalım mı şuraya?
dedi adam. Kadın umursamaz, duraladı. Bakındı. Oturdular. Kadın martıları saymaya koyuldu, çok şeyler düşünüyormuş, korkunç bir şeyler söyleyecekmiş, yılları iki tümleçin sırtına yükleye cekmiş gibi aralandı tavşan ağzı, bir şeycik demeden kapandı dudakları. Adama geldi bir şey dememe sırası. Karadeniz'e doğru yolalan bir argın gemiye bindi gitti adam kadından gizli, yerinden hiç kımıldamadan. Eğer güçsüzsek güçlü olmaya her sabah yeniden andiçmenin anlamı yok. And da içki gibidir, fazla içilmemeli, her şeyin fazlası sakıncalı. Adam cebinden konyak şişesini çıkardı, dikledi, sanki o gün içkiyi bırakacakmış gibi. Bir yerlerden başlamak gerekliydi söze.

- Biliyor musun, ben sana hiç de az değilim, çünkü söylediklerimiz pek önemli değil... Söylemediklerimiz ve ağzımızdan kaçırdıklarımız var...

Havada dondu kaldı adamın dedikleri. İkisi bir süre boş boş adamın dediklerine baktılar, birbirlerine sezdirmeden, birbirlerine bakmamaya özen göstererek, bunu birbirlerine belli ederek. Bir özgür simitçi geçti adamın dedikleriyle oturuşları arasından. Adam sigara çıkardı. Yakılındı. Aynı anda üflediler dumanlarını. Dumanları birbirine karıştı, dumanlar dondu kaldı karşılarında, dumanlar cürmü meşut, dumanlar hüzün dağları adamla Üsküdar arasında, kadınla Kızkulesi arasında, adamla kadın arasında.

- Hiç bir şey daha söyle, kalkalım!
dedi adam kırgınca, sigarasını denize attı.
- Neden hep böyle mutsuzsun? Ya da öyle olmaya uğraşıyorsun?
sözleri döküldü kadının tavşan ağzından. Kimbilir ne demek istiyordu? Kimbilir neler düşünü yordu. Devrilen bir şarap şişesi gbi döküldü cümle, ne denli silsen de silinmez devrilme.

- Kalkalım!
demeden kalktı adam. Kalktılar. Yürümeyi yapıştırdılar demin yırttıkları yerden. Adam yola ettiği eziyeti inceliyor, kadın çok sevdiği ayakkabılarını birbirine değişik açılarda basarak kimbilir dansı adımları deniyordu. Çirkin beton bir elektrik direği geçti aralarından.
Ne kadar yürünse ne olur bu yol? Adam adımlarını yavaşlattı. Kadın hızlanıyordu ve ardına bakmıyordu. Sanki uzun süredir birlikte yürümüyorlardı. Adam durdu, kadın gidiyordu. Adam karşı kaldırıma geçti, geri döndü. Sıfırdan başladı yürümeye. Yol aynı yol, ısırganlar sanki daha sevecen.
Hem kundura boyacısı hem hüznünün işportacısı bir çocuk oturmuş yolun kıyıcığına gülümsüyordu.

- N'aber?
- İyi!
- Gel oturalım şu çay bahçesine, parlat bakalım dul ayakkabılarımızı.
- Yenge n'oldu?
- Yolu sevdi, yürüyor.
Kapıştılar cila kokusuyla konyak kokusu. Çocuğun eline büyük geliyor fırçalar, tam kavraya mıyor, kimi zaman birini düşürüyor, hemen o sırada öbür fırçayla boya sandığına bir iki vuruyor, yere düşen fırçayı havada bir iki döndürüp yakalıyor, sanki bu onun belirli bir numarasıymış gibi yapmaya uğraşıyor, can havliyle koyuluyor ayakkabıyı parlatmaya. Yaşı ondört. Gören altı, bilemedin yedi sanar. Gelişememiş. Niye gelişsin, gıdasız kalorisiz bir büyüme denemesi. Diyarbakır'dan gelmişler. Babası üveymiş. İlkini vurmuşlar Tophane'de. Okutmuyormuş yeni babası.

- Okuma neymiş? Çalış, para getir ulan!
demiş. Burnunun sümüğünü sildi boyacı çocuk. Ele sümük burna boya bulaştı.
- Yeni baban ne iş yapıyor?
- İçiyor!
Havada dondu kaldı çocuğun sözcüğü. İkisi bir süre boş boş çocuğun dediklerine baktılar, birbirlerine sezdirmeden, birbirlerine bakmamaya özen göstererek, bunu birbirlerine hiç çaktırmadan ve hüznün yasalarının kapsamı dışına sarkmadan. Utana sıkıla bir fırt aldı aam konyağından, boyacı çocuk yanık ötesi bir türküye başladı kürtçe.
- Sen okuma yazma biliyor musun?
diye kesti çocuk türküyü. Adam doğal bir baş hareketiyle olumlu yanıt verdi.
- Bana da öğretsene!
- Boşver be çocuk, olduğun gibi kal.
Çocuğun kapkara gözleri büyüdü kadife bir istek fışkırdı gözlerinden.
- Ben senden boya parası almiim. Sen bana adımı yazmayı öğret.
- Peki. Yalnız hep türkü söyleyeceksin.
- Türkü kolay, söyleriz.
dedi çocuk, yürek kakan bir gazele başladı. Zaman zaman şah damarı yerinden fırlayacak gibi, incecik boynu kızaran yerinden kopacakmış gibi oluyor, kara gözlerini devirip denize bakıyor, deniz oralı olmuyor, çocuk denize küsüp gene adama dönüyordu.

Kalktılar. Çocuk boyundan büyük sandığını sırtladı. Isırganların yanından yürümeye başladılar. Köşedeki bakkaldan bir defter, bir kurşun kalem, bir silgi aldılar, hiç konuşmadan, çocuk büyük bir adam gibi, adam küçücük bir çocuk gibi yola koyuldular.
Arkadaşsız yürünmüyor ısırganlı yol.

................................................................................................


üçyüz yedi


Bir fahişe, dilini çıkarmış solur vaziyette kuyunun çevresinde dolaşan bir köpeğe pabucuyla kuyudan su çıkarıp içirdiği için Cennet'e gitti.
(Hadis. Müslim, Selâm, 14)

Toplum daima istikrar ve düzen ister ve her zaman işi "en az değişme" ile kapatmaya çalışır. teknolojik değişmelerin çok hızlı ilerlemesine karşın sosyal değişmelerin daima gerilerden gelmesinin başlıca nedeni budur.
(Özetlenerek. Erol Güngör, Kültür değişmesi ve milliyetçilik)

Yalnız olmak istemiyorsanız, en yakındakinden başlayarak tüm yakınlarınızı yanınızdan uzaklaştırın!
(Haydar Ergülen, Budala 27)

Başarı tehlikelidir. biri kendini taklit etmeye başlar ve birinin kendini taklit etmesi başkasını taklit etmekten daha tehlikelidir. Bu verimsizliğe götürür.
(Picasso. Sanat sözlüğü'nden, N. Keser)

(Türkiye’de askerlik ll. Mahmut’tan beri) reformcu bir görüşle yeniden kurulmuştu ve ordu, reformcu grubun; muteassıp ulemâya, taşradaki âyanlara ve tabiî olanların etkisindeki halk kesimine karşı güvence ve müttefikiydi.
(İlber Ortaylı, İmparatorluğun en uzun yüzyılı)

Bu dünyanın her parçası benim insanım için kutsaldır. Kırlarda açmış kokulu çiçekler, bizim kız kardeşlerimizdir. Bufalo, geyik, büyük kartal, bunlar da bizim erkek kardeşlerimizdir. Kayalık tepeler, ıslak çayırlardaki su damlacıkları, atın vücudundan buharlaşan ısı ve insanlar hepsi aynı aileden değil midir? Siz beyaz insanlar, çayırlarda açmış çiçeklerden tat alan rüzgârı koklamasını öğrenmelisiniz. Onu kutsal saymalı ve korumalısınız...
(Kızılderili şefi Seattle, 1854)

Sanatta her şey yeniden keşfedilmeye açık. Keşiflerin tüketildiği bir çağda yaşıyorsun. Kendi sesin, kendi rengin, kendi tarzınla yaklaş; öğrendiklerini unutarak.

Bütünüyle anlaşılmış şiir, gazete haberi düzeyindedir! Büyük şiir duyumsanır, susturur, şaşırtır, "Anlıyorum, ama ifade edemiyorum." dedirtir. Yine de anlaşılamamıştır.
(Can Bakkotar, Şiir ve sinema notları, Budala dergisi)

................................................................................................

altmış yedi


diyeceğim ki:/ - bak, burada bile, ey sevgili/dizelerimle kasıp kavururken gündelik iğrençliği,/ koruyarak sevgili sözcüğünü,/ seni esirgiyorum ilerlemelerimde.> Mayakovski, Şu beylik sorun üstüne


dünya hakkını kullandı ve kaybetti/piçlere yol açın/taç koyun başlarına.> Hakan Albayrak, Bodrum sahilinde kurşuna dizilen bir mehdinin son sözleri


çokça sıkılıyorum sazımın talaşları dökülmüş gövdesinden kuş çıkmıyor sakarya/ sözlük okuyorum s harfine gelince selamete erişecekmişim belki diye sakarya/ dördüncü sınıfta el yordamıyla aşık olup haşlanmış yumurta ve sana yağlı ekmekler sakarya/ nedense adını unutmuşum, sözlüğün s harfinde arıyorum siyah saçlarını sakarya/ onlar servise biner benim evim yakında ve memur çocuğu değilim bey pazarlıyım sakarya/ yüksek sesle okumamalıyım bu şiiri, pelteğim sahi, tırnaklarımı yiyorum, bir de sakarya

o köyde o Allah rızası kokan erkek odalarında parasıyla yatılılık ve fazladan dayak/ islami hareketin kökleri: arkadaşlara gönderilen alman çikolataları ve fazladan hipnotizma/ elbette vird ve varidat ve müslüm gürsesin yasak oluşu ve melek sinemasında ve fazladan/ kandinsky ve mahmud sami, hayy bin yakzan ve milena ve fazladan kaf(k)a karışıklığı asitli/ ilk duman ilk iman ilk insan ilk isyan ilk engizisyon ilk kafir ilk müslüman ve fazladan sigara/sabah kahvaltılarında bir türlü kurtulamadığımız uyku ve şişko kızlar gibi kokan yumurta/ hatta aramızda kalsın, altın silsileden mevlana halid-i bağdadi ve ian dallas

sonra briyantin ve nefesin ilk kesilmesi bana bir şey oluyor erkek oluyorum bana bir şey/ zafer çarşısında siperde bir komutan gibi o köşedeki sanat atölyesinde bunca güzel sezen aksu/ siyah saçlı sarı saçlı örmüş saçlarını dökmüş omzunun üzerine dönmüş bana bakıyorlar/ yalan söylemeyi de öğrenmeli insan bir davası varsa bırakıp gitmeli kızları afiş asmalı

sahi ben böyle mi büyüdüm. yani tam olarak o baştan çıkarıcı şarkıları dinleyerek/ o kızı yüksek sesle severek, tedirgin ve mahcup şiirler yazarak, yorulduğumda soluklanarak/ ben asılsız ihbar çıksam şimdi, beni aramasalar, beni kapasalar 49 nolu bir odaya/ daha nasıl anlatsam şu olup bitenleri, bu meydan savaşını daha nasıl anlatsam.> İsmail Kılıçarslan, Yirmibir


koşar dururdum koşuşum/susayıp susayıp bir orman gözesinden/ kanmak gibiydi. / nihayet bir gece bir al kızının/ gür ve uzun ve simsiyah saçlarıyken/ acemi kısrakları terleten, / iğneleyiverdim omzundan/ gövdeme üşüştü karıncalarım/ geçtim bir gençliğin birikmiş nesi varsa hepsinden,/ sentetik bir yaşamdan./ artık yumuşak ve ölgün bir yanım olduğunu vurguluyordu/ girdiğim sınavlar sinemalar soğuk duruşma salonları yataklar./ işte içine tüm yeteneklerimi kattığım baldıran şerbeti,/ lizolitik bir etkisi vardır artık sözlerimin./ sense şimdi
kaskatı bir yalnızlığın dolaylarında./ ağzım yakışmıyor ismine.> Ebubekir Sifil, "Çağıltı" şiirinden.


uçsuz bucaksız göğüm benim/ masmavi/ alabildiğine açık denizim/ seni yüzdüm boydan boya -ne yalan/ aşk ilen/ seni yıldızladım/

yabanıl elması duruşlum benim/ mayhoşum/ mantar değirmi başlım/ öyle yusyumak/ seni topladım evlek evlek -ne yalan/ aşk ilen/ seni dişledim/

yollarına pınar pınar/ çeşme çeşme durduğum benim/ billurum/ aha serinliğimi uzattım işte -ne yalan/ aşk ilen/ seni şırıldıyorum.> Alaattin Soykan, Aşk İlen

................................................................................................

bi şikayetim yok

elleri böyle tombul ve küçük olmayan
bi başkası da olabilirdim belki
adım mesela numan olabilirdi
yemek seçer toplantılara girerdim

sözleri böylesi kötümser aklı şaşkın
olur muydum mesela sirlankalı olsaydım
hiç sirlankalı görmedim ne garip
görseydim aşık olur muydum
-canımda öpüşünden ağrılar

................................................................................................

yalnızlık

*dedim ki: başlangıçta ne oldu? ve nasıl da hem kendim hem başkası gibiyim? heryerde ve hiçbiryerdelik. hepsiyle ve hiçbiriyle olmak...
*dedi ki: yalnızlık bu işte. önce o vardı ve sonra. varoluş tekildir ve tekindir. "ben"i avutmak için "öteki"ni keşfettik. "hep"si "bir"dedir. bir parça parça hepsinde. evren büyük insandır, insan küçük evren. "sen"i gerçekleştirmede kendinsin, "toplum"u oluşturmada başkası.
*dedim ki: ne çok şey var. yoruyor düşünmek. insanlar, nesneler kaba ve inciticiler. bedenime tekdedildim ya da cılız bir kırık bir kalbim sade.
*dedi ki: yüzeydeki hareket ürkütmesin seni. derinde her şey dingindir. hedef sabittir. onu kısa-uzun, kolay-zor kılan yol. kendin yoksan şeylerin ağırlığı vardır. insana insanla ulaşmayı arzulayan kuşkusuz hüsrana uğrar. her şey diğeriyle ilişkidedir. her şey her şeyle alakalı. içinden bakarsan hafiftir, dışarıdansa ağır ve incitici.
*dedim ki: ben ve ötekiler arası pek ince. dengeyi korumak hayli çetin.
*dedi ki: araf... ne hepten içeride, ne de büsbütün dışarıda olacaksın. hep arada. bir yanın vedaya hazırlanacak, bir yanın merhabaya. mesafe koy. içeriye dışarıdan bak.
*dedim ki: nedensizce onları özlüyorum. onlarla birlikte diğerlerini, diğerleriyle birlikte onlara sevgiyle doluyorum.
*dedi ki: yalnızlık bu işte. benlik hiçbir yerde ve her yerdedir. özgürlük kendine hapis, dışarıya hürlüktür. yaşamak yaşaya yaşaya hiçbir şeyi öğretmez. hayat bir şeylerin özlemiyle, onlara erişince de verdikleri pişmanlıkla geçer. çocukken büyümeye, büyüdükçe tekrar çocukluğa doğru küçülmeye başlarız. yolun sonuna geldiğinde her şeyin aslında orta yer için olduğunu farkedersin.
*dedim ki: bunlar güzel sözcükler. lakin sanki başka şey var. yaram hala açık. hep çabayla geçiyorsa ne zaman bunun karşılığını göreceğiz?
*dedi ki: sözcükler kıyısıdır hayatın. orada yüzemez yalnızca denizi seyredersin. gerçek olan anlamını ifadesizlikte bulur. aradığınla değil bulduğunla tatmin olursun. daha fazlasını arzulayanlar hepsinden mahrum olurlar. verilenle yetinenlereyse daha fazlası verilir. hiç bir sorunun cevabı olmaz. yalnızca onu bırakıp başka sorular sormayı öğrenirsin. farklı biçim ve konumlara hep sorular vardır.
*dedim ki: hiç tam olamıyacak mıyım? neden tam tutacakken kaçıveriyorlar?
*dedi ki: bir bütün olarak kendini ve mutluluğu arayan umutsuzluğa ve kimlik kaybına çıkar. mutluluk ve kişilik anlara, şeylere, mekanlara bölünmüş olarak vardır. çünkü ruh hiç bir yerde ve her yerdedir. sahiplenmek istediğin için kaçıyorlar, hükmetmek istediğin için.
*dedim ki: ah kalbim aşksızlıktan ölüyor. hiç benim olan olmayacak mı?
*dedi ki: sade senin değil hiç bi başkasının olan da yok. hiçtir hepsi. ele gerçimek istediğinde, dokunmak istediğinde bunu anlıyorsun sadece. bu yüzden sahiplenmeden tutmayı öğren. uzaktan izlemeyi, kenardan içerde olmayı.
*dedim ki: yetmedi sözler yine de. sanki söylediklerin bana değil. sanki bana konuşmuyorsun. sanki benim dışımda her şey ve sanki ağırlık gibiyim evrene.
*dedi ki: yalnızlık bu işte.

................................................................................................

haiku

hokku", "hayku" gibi kullanımları da var. kısa japon şiir türü. üç mısradan oluşmalı. beş yüz yıllık geleneğe dayanıyor. on yedi heceden olma gerekliliği de var. hecelerin dağılımı da beş- yedi- beş olmalı mesela. üç dizenin ilki ve sonu beşer, ikinci dize yedi heceli. japonya'ya hakim budizm, taoizm gibi inanışların da motifsel öge desteği var haikuya. son iki yüzyılda batıda hayli intişar kazandı. geleneksel haiku sade mevsimlerden söz edebilirdi. tabiata ilişkin olmalıydı. ama artık hemen her konuda yazılıyor. metafor izdihamından, teknik araçsallardan uzakta dingin ve doğal görüştür haiku. ne estetik betimleme, ne duygu dışavurumu; sade görüştür, dünyaya "ora"dan "o halde" bakıştır. günlük dildeki yalın ifadelendiriş baskındır onda. taniguçi buson, kobayaşi issa ve masaoka şiki benzerleri en ünlü haiku yazarları. günümüz dünyasında pek çok haiku dergisi, e-yayın, kitap yayınlanıyor. türkiye'de turgay kantürk, mustafa köz, ibrahim berksoy, yelda karataş (ki japonya'nın en büyük haiku birincilik ödülünü alan ilk türktür), sina akyol, melisa gürpınar, oruç aruoba, ve kadir aydemir gibi haikucular bulunuyor.

* ilkyaz haikuları / çeviren: kenan sarıalioğlu

sıçrıyor
kör bir serçe
çançiçeğinin üstüne
[gyodaı]

geri dönüyorum
kırgın ve öfkeli
söğüt bahçede bekliyor beni
[ryota]

kiraz çiçekleri
bırakıp beni hayran
gittiler bu dünyadan
[ıssa]

at dışkısında
kırmızı erik çiçekleri
nasılda ışımakta
[buson]

söğüt
unutmuş köklerini
taze otlarda
[buson]

koparsam bir türlü
koparmasam bir türlü
ah şu menekşe !
[naojo]

gün uzun
gözlerim yorgun
denizi seyretmekten
[taıgı]

terketti köyü
sattığım inek
sisin içinde
[hyakuchi]

tarla kuşu
çığlığı duyuluyor sadece
kendisi nerede?
[ampu]

gel birlikte oynayalım
öksüz
serçe!
[issa]

hiç olmamış gibi
bu kuzgun
bu söğüt!
[issa] 

................................................................................................

sevilen bir insanın ölüm haberinin alındığı an

"o an" reaksiyon vermez insan. rengini hemen belli etmez. garip dinginlikle-aptal şaşkınlık arasında bi yerdedir. soru da sorarsın hatta nasıl olmuş, ne zaman olmuş diye. soğuk bi tebessüm lekesi göze batar hatta yüzünde. psikolojiktir belkide bu. bilinçaltının bilinci destekleyişidir. ilk şokun (sadme-i ülâ) şaşkınlığıdır belkide. algı henüz durumu özümlememiştir. ve çevre; o bizi hep güçlü rolü yapmaya zorlayan, benliğimiz karşısındaki çoğun en büyük tehlike olan çevre ve insanlar engel olurlar kederi doya doya yaşamana. gizli bi yeri arzularsın içten içe. yalnız kalıp salya sümük ağlıyacağı yer olsun ister insan. dakikalar, saatler ilerledikçe daha bi kuyulanır-koğuşlanır içinde acı. kaybedilenin sevilmişlik seviyesine göre olur olmaz göz yaşlarına boğulursun. en çok da ilk zamanlar mezara giderken olur bu. burada hayatın en tuhaf yanı da şu olur: odanın bi köşesinde çorapları duruyordur, portmantoda bi giysisi kalmıştır. o orada öylece duruyordur. alışır ama insan. zamanla o da geçer. vakitsiz gözyaşları yerini uzun dalgınlığa-durgunluğa, o da yerini anlık anımsayışlara terkeder. hiç öyle insan olmamış gibi olur hatta. benim dersin gerçekten bi babam oldu mu? bilirsin elbette herşeyi. ama hissetmessin derinde. insanın korkunç yalnızlığıdır bu. kimileri de anlaşılmaz bi sükünetle karşılar ölüm haberini. ne gözyaşı ne yas. bir vakit boyun eğişler, başlar sağolsunlar sade. "ölüm" ve "aşk acısı". ama aşk acısı daha şiddetlidir.


gerçek kesit

ben yıllar evvelsinden dediysem bi kaç sene öncesine ühhü ühhü ağlıyor idim izler iken. çok pesimistlerdi ya banane işte. kaotikti havası suyu. yağız delikanlıyım daha, içime sıçıp bırakırdı. beyaz eşya satıcıları olurdu genelde aktörler, ya da konu komşudan vasıfsız iş arayan kimi kimseler olurdu. ben olurdum karşılarında. kanepe olurdu. peyder pey yumruk gömerdim kanepeye. öfke-merhamet kokteyli laflar olurdu ağzımda. "ulan bee" derlerdi. ensest gırla giderdi. o kel adam o rollerde oluyordu. gelinine sarkardı, taşakları sarkardı. hala sarkıntı olurdu. öyle olurdu. hep bi şey için para denkleştirilmesi gerekirdi. o şey genelde evlilik olurdu. kürtaj tartışması olurdu. mevzuyla alakalı değil, ama servet kocakaya-doğum günümde şarkısını dinledim oldu. dinlemesem de olurdu. o kremit rengi suratlı adam çevirirdi tüm işleri. karısıyla tartışırdı. yemek yemeden kapıyı çarpar giderdi. mutlaka iyi ama pasif, ki genelde iyiler pasif, kötüler aktif olur arkadaşıyla iki tek atardı. meteliğe kurşun atardı. belki adıyaman merkez'dendi, belki van erciş'tendi. tendi, sorun hep tendi. sonra bi sabah bi kalktım büyüdüm. boyum uzadı, korniş taktım, malafat patakladım. sonra eğreti buldum gerçek kesit'i. onyedinci sınıf geldi. o sinemasal kalitesizlik ifadeleri var ya, onlardan geldi. tuttum sövdüm sonra. güldüm, kendime kızdım. bugün de ölmedim anne.


kadınları çekici kılan unsurlar

kadınları çekici kılan yine ve yalnızca kadın oluşlarıdır. karşı cins oluşlarıdır. tıpkı kadınlar için erkekleri çekici kılan unsurlar sade bunlar olduğu gibi. öteki / diğeri - cinsel / duygusal odak olmaktır ölçü. fiziksel ya da somut bir vasıf sözkonusu olmaz karşı cins için. kadın da beynindeki erkeği, erkek de beynindeki kadını sever. kişiliği / öznelliği yoktur o beyindekinin. birine aşık olmak da beyindekinin somut halini bulma sanısıdır. yalnızca sanısıdır. çünkü o beyindeki hiçbir kadındır-hiçbir erkektir ya da bütün kadınlar-bütün erkeklerdir. aşk bittiğinde o somutun olmayacağını anlar insan. o somutun o olmadığı anlaşıldığında aşk biter. tekrar bulacağına umut beslediğin anda tekrar aşık olursun. umutsuzluk ve kaybetme korkusu doğar zamanla. bu daha da oburca kadını tüketmeye iter erkeği / oburca erkeği tüketmeye iter kadını. bu nedenle sanılanın tam tersine her seferinde daha yoğun aşkı yaşar insan. kadınları erkekler için çekici kılan unsur cinsel tutkudur, şehvettir. dolayısıyla omirilikten en küçük hücre zarına herşeyi çekim aracıdır erkek için. oysa erkeğin bedeni çekici değildir kadın için. kadın kim olursa olsun, ne yapıyor olursa olsun erkek için yalnızca arzu nesnesidir. ama kadın için erkek güç nesnesidir de aynı zamanda. erkek şehvete, kadın güce tahrik olur. erkek kadının bedeniyle ilgilenir, kadın erkeğin beyniyle.


kızların erkeklerden daha detaycı olması

çünkü parça parça düşünür genelde kadın. erkekse genelde bütüncül düşünür. çünkü analiz baskındır genelde kadında. erkekteyse genelde sentez. bu yüzden erkek daha yargılayıcı ve yorumcudur; kadın da daha kararsız ve dinleyici. çünkü kadın genelde nesnenin kendisiyle ilgilenir. erkekse genelde nesnenin sonucuyla-faydasıyla. çünkü kadın problemi sadece paylaşmak ister genelde. erkekse genelde problemi çözmek ister. çünkü çocuk karekterine yakındır kadın genelde. çocuğun hayreti ve saflığı hakimdir onda. bu yüzden daha abartandır, daha büyütendir, daha etkilenendir. hayvan hareket biçimine yakındır erkekse genelde. hayvanın alışmışlığı ve göz açıklığı hakimdir onda. bu yüzden basitleştirendir, az etkilenendir. çünkü sanatçıdır genelde kadın. sanatçının korkusu ve hassas yürekliliği vardır onda. normal insandan daha fazla korktuğu ve etkilenen olduğu için normal insandan daha fazla üretir sanatçı. erkekse genelde eylemcidir. eylemcinin cesareti ve sert yürekliliği vardır onda. çünkü hükmetme arzusu galiptir genelde erkekte; bu yüzden fazla uğraşmaz ve yargılayarak / yorumlayarak ele geçirmeyi hedefler. kadındaysa aitlik duygusu galiptir; bu yüzden o an o şeyledir. neredeyse oranın olur. çünkü yerleşikliğe meyillidir kadın; erkekse göçebeliğe. bu yüzden önemli-önemsiz / kendisiyle alakalı-kendisiyle alakalı değil ayırımı yapmaksızın genelde o duyguya yerleşim sağlayarak yavaş yavaş ilerler kadın. erkekse genelde önemli-önemsiz / kendisiyle alakalı-kendisiyle alakalı değil ayrımlarını yaparak hızlı hızlı ilerler. hızlı olduğundan daha çok detay hatası yapar erkek; kadınsa yorum / yargı hatası yapar yavaş olduğundan. çünkü tek tek detayları hisseder genelde kadın; erkekse genelde tüm bir sonucu düşünür. bu yüzden kadın hisseder sade; erkekse düşünür tek. çünkü detaylardır kadın; sonuçlardır erkek.


tony scott

Sine-directordür, 44'lüdür, ingiliz'dür, hususen "top gun"la (1986) nice aktörü de meşhur kılarak adrenalin salgılatmüş, "True Romance"la (1993) en çok da aşkı hissettirmüş, "Enemy of the State"le (1998) komplo teorisyenlerini gaza getirmüş, "Spy Game"le (2001) entrikalara sokup çıkarmüş; "Man on Fire"da (2003) don kişot'luğa soydurtmüş, "domino"yu (2005) geç, son olarak "dejavu"da (2006) metafiziğe merak sardırmıştür. Kamerasal devinim ve gerilimsel reellik her ürününde dışavurmuştür. Abisi oluyor ridley epik-kostümel-stilist-şolensel filmlere imza atarken, bizim tony daha ticari-action-robin hoodvâri-vitrinel film(si)lere paraf atmıştür. İkisinde de reklamcılıktan gelme görüntüsel albeni izlebeni der. İkisinde de şovenistlik farketbeni der. Z e y l n a m e : ma'dan önce Byrd dedi kü: abi bunların hepsi amerika'nın illizyonistlerü, görev adamlarü. karşı düşünceleri yok. filmleri tamamen çerez. bana göre, ben buyum kardeşim, diyenler sağlamdür; woody allen, david lynch, quentin tarantino, stanley kubrick… ma da byrd'den sonra dedi kü: ama abi, sinemasal beğeni ve trend de tüm diğer sanat mecraları gibi spesifik haz tezahürüdür. Rölatiftür ve salt o kişiyi enterese eder. Dolayısıyla bir, çok amiyane, çok aymaz, çok angut fahiş çarpıklıklar içermedükçe yekpare kötü ve iyi filmden bahsedilemez. yerleşik algıdaki iyi-kötü film ayırımı (tıpkı iyi-kötü şiir / iyi-kötü müzik ayırımı gibi) lokal bir beğeni ifadesidür sade. Dolayısıyla iki, ilgisel ve görgüsel farklılıklara göre muhtelif filmleme (şiirleme / müzikleme) biçimleri geçerlidür. Dolayısıyla üç, bir yönetmenin / şairin / müzisyenin Klaslığı muhatabın kültür formatına, efendime söyliyeyim, karakteristik harddiskine bağlıdür. Dolayısıyla dört, türkiye'nin dördüncü cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'dür. Sonra Cevdet Sunay gelür.


devlet

Belirli sınırlar içinde, belirli ortak yaşama sahip, belirli egemenlik hakkını kullanan milletin teşkilatlanmış halidir [sen çok yaşa, emi]. buradan beliriyor ki, devletin belirli olmazsa olmazları vardır. Belirtiyorum ki onlar coğrafya, millet, siyeset (hükümet hakkıdır, para basabilmedir, ordu kurabilmedir…) unsurlarıdır [sen çok yaşa, emi]. 'feodalitenin yıkılması', 'şehir devlet yapısının kurulması', 'rönesans hareketi'; 'fransız ihtilali'… tüüm bunlar devletin gelişim-etkilenim evresinin kilometre taşlarıdır [sen çok yaşa, emi]. Devletin kaynağı olgusunda onu ailede, insan kaynağında aramak (aristo di mi?), kuvvette, mücadelede aramak (ibni haldun di mi?); ekonomik dinamikte aramak gibi envai çeşit görüş bulunmaktadır [sen çok yaşa, emi]. Devletin milletin teşkilatlanmış hali oluşundan beliriyor ki onun kültürler arası farklardan, ne biliyim etik-etnik metabolizmadan etkilenmesi kaçınılmazdır. Örneğin gavurlarda devlet mefhumu bireyin ve grubun çatışmayla elinden haklarını alan bir despotlukken [sen çok yaşa, emi] türklerde devlet kutsaldır, babadır, anadır. (hani kemal tahir var ya; onun 'devlet ana'sı var ya. öz-milli kültürcülük var ya, pretoryen idare yaklaşımı var ya..) imparatorun gücü mutlaktır. İdare gücünü tanrı'dan alırlar. Bi de, Valery der ki: Bir devlet, yaşayan ve kendine karşı çıkanı ne kadar koruyabilirse o kadar güçlüdür. Bi de bi de j.f.k. filminde der ki: bir insan her zaman milletini devletine karşı korumaya hazır olmalıdır [sen çok yaşa, emi].


sözlükizm

80 kuşağının bonmarşesi. Şebâb-ı ciks guruhun patalojisi. vulgarize kamusların loptur, füâdtır her bi insansı işlevselliği zaptu rapt altına alışı. Sentetik ağulu serumun bazal metabolizmayı paraliziye dûçar edişi. Sibernetik devrimin makine tahrikiyle natural kombinezonun ebesini belleyişi. Tuşladığın her interaktif girdi, her aktif (online) ve nazir oluş biteviye bünyeyi birazcık daha takınçlı tiryakiliğe iteleyiverir. birazcık daha, birazcık daha… artık bir sözlükistsin sen olric! Bilgin olacak, ama hikmetin olmayacak. parça parça içe doğuşların olacak, ama analizin-sentezin olmayacak. en bi santimental ambiyansta bile insensitive ketumluğunu elden bırakamayacaksın. Antenlerin hep leksikolojik tümcelere, semiyolojik hislere açık olacak olric! Bu elbette ve şüphesiz ve su götürmez hayatın sırrı olan dengeyi yakalayıverdiğin vakit sana ve bahusus sevgili yurttaşlara produktif ve faideli hadise olur. Ne ki sırat köprüsü, kılden ince, kılıçtan keskin merhale bu. Cortlarsan yolunmuş tavuğa dönersin olric! Aklın fikrin sol framededir. Girdisiz ya da hoş oysuz her lahza yaşanmamış demektir. Maıyyetinde gereksiz kırılganlığı da getirir bu illet. Normal bir yetkili uyarısı, normal bi sözlükdaş nasihatı seni küplere bindirir. Yeterince pohpohlanmayıştan serzenirsin içten içe. Mırın mırın girdi topa tutarsın. Saniyelerin, dakikaların kürek kemiğinde gavur ölüsü bi heyecan yükü vardır. Kulağına su kaçar duş alırken; "kulağa su kaçması başlığı var mı acaba? lan hemen açayım." Türevi Monologlar elektroomanyetik kuyruklar oluştururlar. Gündelik yaşantının biteviye seyrinde entrylenesi grotesk ya da farkedilemeyecek denli basit kareler avına çıkarsın. Hadsi ve ansal farkedişler birbirini kovalar. Korniş takarken mesela;" aaa, kıyak başlık olur he! Korniş takarken zamanın sonsuzluğu problematiği üstüne tezler.." ya da bi kapıdan tam içeri girecekken; "ilk defa bir odaya girerken ilk sözün ne olacağı sorunsalı" benzeri girdi adaylarıyla boğuşa-depişe durursun. Gösterip de vermeyen karşı cins tipleri gibidir bu puşt düşünce-duygular amma velakin. birini enseleyip kaydedeyim dersen yekdiğeri firar eder. Sosyal ilişkilerin, ailevi münasebetlerin sekteye uğrar. Lan olric! Afedersin çişin gelir, o kadar tutar, kalkıp iki adımlık yüznumaraya gitmezsin. Derken olric! zaman denen o sonsuz değirmen, o sağır akış devreye girer. "Zamanla hiçbir şeye şaşırmamak oluyor" olur. Aşarsın o aktivist kasları, sinir uçlarını. Uzak anı olur heyecanlar. nickini / mahlasını bile anımsamazsın sürtüştüklerinin. Sebebi aklına gelmez o fevri reaksiyonlarının. Çünkü saf bilinç her şeyi tüketir. Şaka lan olric! Devlet gibi insansın şerefsizim. Sana hiçbir şey olmaz. Öpücem abi. 

................................................................................................

bloglar

[sesini o soğuk hatipler gibi kılmaya çalışarak..]

uyuz bi hüzüncülük hakim bloglarda-formlarda. ucuz bi benacılarınçocuğuyumculuk hakim bloglarda-formlarda. Üfürükten teyyareden bi acıcılık kol gezdi geziyor gezecek (üç zamanlı fiil çekimleri. kök isim: gezmek). zırt pırt ayrılık-özlem şiirleri, dalak bağırsak bırakmayıp iç dökmeler, salya sümük aşk şiirleri... millette bi kendini anlatma sancısı nüksetti ki sorma. yol yordam bilsem topunu haclerdim diyorum bazı bazı (puriten etik.. yaşasın bonapartist diktotaryal rejim! değil tabi). kaba et gazından gettolar çoğu... sevgili lavuk, web logda zati amaç bu; bünyedeki gamı esefi sentetik ambiyansa zerkedeceesun, ha puna niçun itiraz edeysun diyene deyom ki, ekmek kuran çarpsın buna aazımı açtığım yok. hançereye esas hançerler saplayıveren husus şu:

yurdumun yahşi yurttaşları güzel güzel içciğini döker iken kimi pragmatist (puşt puşt) medya mecraları maça şike karıştırıp blogları popüler para potaları, teşhir podyumlarına çevirdiler. İsmini burada söylemeye gerek gördüğüm halde, gerek görmüyorum numarası yaptığım bazı blog tanıtım organları, blog alemleri sağ şeridinde tıngır mıngır seyreden gencimi elalemle eblehçe bir rekabete, sefihçe yorum ve değerlendirme yapmaya, veletçe al takke ver külah oynamaya teşvik hatta icbar etti.

bak şimdi yaa (ay tahsin, soldan soldan geliyolar), "şişt bre, bloğuna reklam al paracukları cukka yap," "şişt sen, milletin bloglarını değerlendir, artı notlar ekle, onlar da sana aynısını yapsınlar. güzel güzel oynayın." gibi groteks ya da absurd tiyatral epizodlarla bizi nasılcacık uyutuyolar. (kafanı çalıştır abdulheyy,) millet gelip benim samimi itiraflarımı, özgün reellerimi, mahremimi değerlendirecek. ben oraya kendimi dökmüşüm, acılarımı şırınga etmişim (sevmişim ulan.. ismet, mütemadiyen kadehi yenile) diyecek ki çıkıp bir zatı şahane; "hımm, orta halli bi tasarımı var bloğun. İçerik fena değil denebilir." ssss. ssss… nerede artık samimi ortamımız, dolaysız yazılarımız, gelişine çaktığımız sert şutlar (hani kuşlar ağaçlaaar)?

yaygınlık ve gelişim bloğun trajik sonucunu hazırladı. fazla paylaşım ve kolay erişim içtenliği örseledi. abartılı ortak paydalar saplantısı spesifik özgeliğimize gölge düşürdü. "kollektifleşmeye olan eğilim, bireyin ve nesnenin dağılmasıdır." erich von kahler, untergang ung Übergang…

[kamera zincirleme-erime geçişle yirmi üçüncü sahneye geçer..] 

................................................................................................

yüksek yerlerde tanıdıklarım var

çoğunlukla bi poha yaramaz yüksek yerlerdeki tanıdıklar. zaten (alakasız ama, birden nasreddin hocanın asıl tipini merak ettim) yükselmek için millete bi yararı dokunmamak, kendine müslüman olmak, bencil-simsar olmak genelde mevzubahistir. hani yükseldikçe düşmen o kadar vahimleşir ya, bu da öyle bi şe. askerde örneğin; albay tanıyacağına onbaşı tanıdığın olsun. müdür tanıyacağına temizlik görevlisini kafala. inan çok daha cesur ve destekçi olur. yüksekteki ademoğlu statü kaybından korkar, ispiyondan tırsar; alttakinde ise böyle bir şaibe şaşası olası olmaz. bu don lastiğini ha gayret biraz daha genişlettiğimizde farkederiz ki, hep beklemediğimiz kişiler beklemediğimiz şeyler yapar bize. ruh ikizin bellediğin yuh öküzün olur. ciddiye almadığın, ara sıra merhabalaştığın insan yavrularının seni ne denli sevip sahiplendiğini görürsün. fundamentalist ülkülerin yerini anlık heyecanlara, anlık heyecanlar yerini flu özlemlere bırakır. sonra (ne sonrası daha, nalları dikip gidicen sonra).. "yüksek yerlerde tanıdıklarım var" diyen boyunun ölçüsünü almadığı içun böyle kolpa sıkıyordur. zamanı gelince o yüksek yerdekilerden bir fayda ummaya, bi manfaat görmeye kalkar; beklediği karşılığı göremez elbette ve gıç üstü yerine oturur. ben de "yazdıydım ben falan tarihte. yaa" diye kıs kıs gülerim. ben gülerim. kemal güler..


hayatı yaşanılır kılmanın yolları

abe cankom, hayatı yaşanılır kılmanın yolları onu daha güzel ölünür kılmanın yollarından geçer(s). anlamı ölüme yakınlıkla ölçeceksin. ölüme ne denli hazır ve nazırsan hayat da o denli güpgüzeldir, yupyumoştur(s). robert de niro muydu neydi, büyük hesaplaşma'da mıydı neydi, al pacino'ya mı kime; şöyle mi ne diyordu hani: "köşede tehlikeyi hissettiğinde 15 (harfle onbeş) saniye içinde terkedemiyeceğin hiç bir şey olmasın(s)." kelepir çiçeğim, sen de ölümü (ya da bırakıp gitmeyi - sıfırdan başlamayı - don atlet ekürisiyle kalmayı) göze aldığın oranda (baskın oran) gırtlaktan akcigerciğine boca eyledigin (alp tegin) oksijen tebbessüm çiçekleri, şen bakışlar, kut dokunuşlar olarak dışarı çıkacaktır(s). bi akşam ki, otobüs duraklarına yağmur yağıyordu, göğüs kafesimde gök tükürüğü. orada, galata'da bi barda, cazlı müzik eşliğinde goca kafama dank etti ki(s); sır 'hafiflemek'te, yükünü bırakmakta, yek kendine; salt kendine sahip olabilmekte. her zaman almak istediğinden daha fazlasını vereceksin dimek(s) ve ne kadar az almaya niyetliysen o kadar çok vermeye gayretli hayat. gelene geçene yol ver, hiiiiç acelen yok. kimseçüklerle yarışma. hiçbibi rakibin de yok(s). ey isa aşkına! yarışta olmamak ne güzel. üstünlüğün-düşüklüğün değil, sade farklılığın olduğunu bellemek ne güz el! huzurla bak cankom, "huzurla ellerini kavuştur ve bekle. rüzgara, gelgite ya da denize aldırma. ... sana ait olan sana dönecek çünkü(s)." sonracığıma hayatın bi ödülü falan olmaz ki! kozmik varediliş öncesi bi anlaşma metni mi imzaladık ki, şindik karşılığını bekliyoruz? doğmadan evvel neyin bedelini ödedik de doğduktan sonra onun mukafatını umuyoruz (umay umay)? hayatın ödülü bizzat kendisidir, tıpkı iyiliğin karşılığı bi bizzat kendisi olduğu gibi(s)!


seni seviyorum diyemeyen sevgili

ama ablası daha körpeciktirler, löpüstekçiktirler, höpürcektirler. yeni mi yeni belliyorlar tükürük ve soluk transferini, sote tel örgülerden ten sınırına geçmeyi, sol kaba et lopu titremesini, onu bunu. bi de olası reddedilme korkusu varkine, bi de üzerlerine (ucuz adıyaman tütünü gibi) sinmiş çevre baskısı varkine...
nasıl deyiversinler o tabu tümceleri ablası? hem sevgi(li) dışında da benzer trajediler hükmü ferma değil imi? ölenler örneğin yaşarken söylemek isteyip de yüzlerine söyleyemediğimiz sözler yüzünden bize acı vermiyorlar ımı? hemen her ilişkide konuştuklarımızdan çok sustuklarımız yok umu? zaten gerçek sözler söylenmemiş olanlar değil imi? lan biz, ah biz, pis biz, kaka biz, hep bekleriz karşı taraftan ilk adımı. o sözcüğü ilk o söylesin, o arabeseks hareketi ilk o yapsın isterik...

yuvaş yuvaş seni seviyorum diyememeler yerini zırtana pırtana seni seviyorum demelere terkeder. eskil bastılmış şehvetin gizemsel hazzını henüz henüz anlarsın. cıscıbıl cimalar bile bi zamanlarki soğuk ahizenin diğer ucundan işitilmesi şiddetle ümitlenen "seni özledim de..." türevi tümcelerin yarısı kadar tat tuz vermez.

ş

intellect memorandum / kısa kolajlamalar

b1
ve ruhu kaplayan sular çekilip gittiğinde

i2
- parola ve işaret sorulacak
- denetleme
- sabah kahvaltısında servis yapılırken mutlaka mutfakta durulacak
- mıntıka temizliği yapılacak
- saat 6:30'da vukuat tekmili verilecek
- şorland çıkacak

ü3
her şey ölüm süsü verilmiş bir intihar için

d4
beyne tuğyâni'l asri ve zavâbıdış'şerîa(doktor abdurrahman hamidi)
keylâ numzî baîen an ihtiyâcâtine'l asri (şeyh said)
el-mezahib vel firaki'l asriyye (doktor eşref musa)

b5
muşmula mıydı ne? aldım bi tane. "yaşımız ilerliyor" dedi.

a6
uzaknâme / mehmet yaşin / doğan yayınclık

y7
sağ kaşının üstü yırtık
sol bilekte cam kesikleri
ölüm saati yirmi kırk

s8
bugün otuz muharrem bin dört yüz yirmi beş

d9
benim tenzîhen mekruh düşlerim mezi-vedi tehlikesine yakalanmış
sende bir türlü sadede gelmeyen unisex laflar

o10
bu ölüm aramızda kalsın

on1
sonuçta her ruh bir bedel öder

on2
gelene geçene yol veriyorum. hiç acelem yok.

on3
arkadaşımı çağırıp "bunun on milyonu varmış yalnız lan" dedi. arka boy aynasından çıplak götüm görünüyor diye utanıyordum

on4
bacağında at ahırı ve ezilmiş yeşil ot kokan bir gömlek vardı

on5
sanki gerçekmiş gibi rolünü oyna

on6
benzincinin tam karşısından yokuş aşağıya in. solda inşaat mı ne var

on7
yerel ağ bağlantısı. hız: 100.0 mbps. durumu: bağlandı

on8
tarsus ticaret ve sanayi odası

on9
on dokuz

yir20
soora ayrılıyon ve diosun ki "keşke daha fazla sevisseydim, anasını satiim"


bi satırlık politikacılar

Muhammed Rıza Pehlevi (1919-1980) > İran
ülkesinin kültürünü yadırgamıştı. sürgünde öldü.

Ferdinand Edralin Marcos (1917-1989) > Filipinler
ABD desteğiyle diktatör olmuştu. karısı Imelda ile ülkeyi sömürdüler.

Jozef Klemens Pilsudski (1867-1935) > Polonya
kurduğu askeri totaliter rejimle muhaliflerini ezdi. halk kahramanıydı başta.

Muhammed Enver Sedat (1918-1981) > Mısır
dış politikada Batı'ya yöneldi. barış anlaşması adıyla İsrail'e kucak açtı.

[devam edecek]


bu kelimeleri yeni öğrendim

snop: fransızca aslen. asil olmayan demek. züppe. burnu(götü)kalkık..

stetoskop: dinleme cihazı. vucut seslerini, özellikle kalbi ve solunumu dinlemeye yarayan alet. hani doktor amcalarda bildiğimiz elestik boru biçimindeki tüplü ve kulaklıklı alet var ya o işte. allah seni ne etmesin.

komintern: devrimci eğitim yurdu kısaca. kominist devrimin her yerde intişar bulması için örgütleniş. 1920'lerde bolşeviklerce kuruldu. şimdi casus teşkilatına dönmüş durumda.

behâ: güzellik dimek, letafet dimek, parlaklık dimek. "behî" de sevgili sıfat ismi oluyor.

hödük: (yuvarlak anlam bilgisine sahiptim önceleri) anlayışsız, kaba saba demek. kalas gibin bişe.


çocukların okuluna giderken-gelirken düşündüm de

mutluluk ve mutsuzluk üzerine
mutsuzluk ne biliyor musun? kafanı bi şeyin içine sokmak. kendini sanki bi kulübeye, hücreye hapsetmek. herşeyi oradan/ondan/o andan ibaret saymak. azalmak bir nevi, görememek, küçükleşmek. kafanı oradan çıkardıkça ferah doluyorsun, herşeyi oradan ibaret olmadığını anlıyorsun, çoğalıyorsun. mutluluk da bu işte; kafanı dışarı çıkarmak, neye hapsolmuşsan ondan kurtulmak. bu bakımdan mutsuzluğa kendini engellemek de; diğerine de kendini gerçekleştirmek(kendinin farkına varmak) denebilir. ne sebeple olursa olsun, insan ne zaman mutsuz olsa sanki zorlayıp kendini küçücük bir deliğe sokmaya çalışıyordur. bu yüzden zorda, sıkıntıdadır. sokamaz ki! dolayısıyla dışarı-dışına çıkmak, karşıdan bakmayı öğrenmek, diğer şeyleri farketmek lazım. allah rasülü'nün sinir anında abdest alın, oturuyorsanız kalkın gibi iradları da hep bu noktaya râci(manevi desteği gözardı etmemek de lazım elbet!)bu birinci değiniydi. ikincisi şu:

bir kalemde silmeyi öğren!
doğal seleksiyon, türsel ayıklanış muhabbeti var ya bazen acayip sarıyo bendenizi. nice hayvanat, nebatat var ki sayılarca yavrusu arasından sadece güçlü olanlar, yaşamsal şeraita elverişli olanlar hayatta kalıyor. anadolu'da, eski kırsal bölgelerde sağlık koşulları, hijyen imkanları falan gelişmediği için bi kaç evden genelde bi iki çocuk abbas yolcu oluyordu daha körpecik yaşlarda. acizanin iki tane abisi vardı mesela ingaa' evresinde ruhcuğunu teslim etmiş. seyrin şaşılası kusursuzluğuna bakar mısın? sonradan da o aile daha güçlü ve hayata bağlı şekilde ömrünü idame ettiriyordu. konuyu dostluğa getirmek istiyorum. beşer saçı başı ağardıkça daha ketüm ve cimri olmayı öğreniyor. daha kesin hatlara sahip oluyorsun gün geçtikçe. kaybetmeyi göze almayı, peşine düşmemeyi belliyorsun. tabi bu er kişiden yek diğer kişiye değişiyor. kendi özelimde; onca sıcak paylaşım nihayetinde kafama dank eden en yegane husus hakedene düşünmeksizin diz çökmek, gayrısına zırnık koklatmamak oldu. (yine de çalışmalar devam ediyor. hedefe varmadım henüz. bi kaç ayıklanış daha elzem) neyi ardıma bile bakmadan ardımda bıraktıysam kendime bolulu hasan üstadan tatlı-dondurma, param fazla yoksa simit ve ince belli çay sımarlıyorum. acayip adam harcadım-cıyorum. zaten diyorum; ilişkimizin (aşk ilişkisini kastetmiyorum burada sade. ticaret, arkadaşlık, ortam vs vs) sürmesi gerekiyosa sürer. üstelemeyince ayıklama gerçekleşiyor. zaten silmen gerekip de bunu yapamadığın kişilerle er geç yollarınız ayrılır. belki de sen suçlu çıkarsın o zaman. hem şöyle düşünmeli: bir insan/bir ortam seni haketmiyorsa bu seninle alakalı olduğu kadar o kişi ve ortamla da alakalı. yani karşıyı kaldıramıyacağı yükü taşıtmaya zorluyorsun. bu ona da zulmetmek demek, sana bir haksızlık olduğu gibi. bunun da ötesinde iki tarafın dışında sünnetullahla, tabi düzenle ilintili konu. bu düzen ilişkinizi, bu tür eşitsiz-tek taraflı paylaşımları kaldırmaz, olmamıştır, olmayacak da. deminki lafımda istesem de kendimi oraya/ona veremezdim zaten. bu haksızlıktı; bana-ona-tabi düzene. ama ne keyifli biliyon mu, tadından yinmez. yeme, savm-i visal tut; yani o mertebe. o kadar yol katediyoruz sanılıyor ki geri dönenem. birde sabrediyorum, ikide pılımı pırtımı toplayıp tetikte bekliyorum, üçüncü yomuk da oldu mu baba topuk. araki bulasın sonra. kimsin ki bulasın sonra.

(uyuz etti beni el kadar anlamın bacak kadar yazımı. üçüncüyü sonra yazayım)


öyle öyle

herkes ne kadar yavşak olduğunu gayet iyi biliyor.

(arka sıralardan bir ses gelir: hocam, kızgın mıyız neyiz?)

................................................................................................

şu, şu özelliklerde bir dost aranıyor!

merhaba! ben enes. derdimi söylediğimde bana akıl vermeyecek ve iyi yönlerimi takdir edecek bir adet dost arıyorum..

vasıf bir izah: bazen içine kapanıkları, başkalarına güvensizleri anlıyorum. belkide düş kırıklıklarına uğramışlardır ve bu onları daha beklentisiz ve dışarı az sızdırır hale getirmiştir. tabiatıyla insanın ihtiyaç duyduğu akıl fikir değil ki kardeşim; alaka, birliktelik, paylaşım. kuru akıl ve soğuk bilgi neye yeterli? bilirsin aslında ne yapman gerektiğini, ama yeterli gücün ve duygusal/fiziki dürtün yoktur. ve hatalar her zaman düzeltilmesi gereken bir normal dışılık, bir sapmışlık değildir ki! duraktır bazen bir hata, doğal dinleniştir, yerini bulmadır. olur ve biterler. en çok da bu tür zaaf anlarında ihtiyaç duyarsın bir dostla paylaşıma. içciğini, inciğini boncuğunu döküverirsin. ama abim tüm bu hissi luzumiyetlerden bî haber sana akıl verir, öğüt belletir. istediğin içini dökmektir sade. duvar olarak görmek istersin muhatabı. ne kadar tepki vermeden dinlese o kadar kıyak. ama onlar sevdiğiyle ilk kereler öpüşen kızlar kadar çok konuşur ve kafa karıştırırlar ve içine ederler. ez cümle; köşebaşı zıppırının ağzıyla, lan bi sus amına koyiim. bi sus, dinle..

vasıf iki izah: buraya filan tarihte tuşladığım texti copipestliyorum..

Gerçek Dost Kara Günde Belli Olur Hurafesi: Al bi çarpık kabül daha. Dost kötü zamanda yanında olanmış/ mutlu zamanında seninle olan çıkarcıymış, hedede hödödö. Zırva bunlar. Vakıa tam tersidir azizim. Dost iyi günde belli olur. Kötü zamanda destek vermek (ki genelde nasihatten, akıl vermeden öteye geçmez) kolaycadır. Çünkü acınası durumdasındır, karşındaki için pek değer ifade etmezsin o an. Ondan düşük seviyedesindir yani. Dolayısıyla acını paylaşır. Hatta hep acı çekmeni, bi haltı becerememeni, bu şekilde onun gücüne, tesellisine sığınmanı ister karşı taraf. Zor olan başardığında da o kişiyi sevmek, takdir etmektir. Dost dediğin sıkıntılı olduğunda sana akıl verdiği kadar başarılı olduğunda seni takdir etmiyorsa salla gitsin. Hazmedemiyordur seni. Normal zamandaki yakınlığı kendinin bile fark etmediği bir tuzaktan ibarettir. Kendi oradadır ve seni de aşağıya çekmek ister hep. Böyle zatlarla dolu çevremiz. Topu ayak bağılar, sadece sırt yüküler, göbek deliği kokusular. Kurtul hemen. Soyun, ta ki kendin olana dek. Kurtulmayı beceremesen de hayat bi şekilde ilişkinizi cortlatır zaten. Oh ne iyi. Eat your heart out.

................................................................................................

lâ yünkerü teğayyüru'l ahkâmi bi teğayyüri'z zamân

değişeceksin peyderpey. o ketüm tarafgirlik mahallini titrekmumalevi bir benimseyişe terkedecek. azbiraz ya da çosçok; başka arklara, yalaklara sükün edicaksın. tüüüm öznel tutumların, ictimaî rolün için sözkonusu bu. her okuduğun kitap, herbi yaslandığın omuz, herbibi özümsediğin ülkü seni daha ötesine taşımak için birer hamallar-hımarlar. şiirdeki biçem sorunsalı veyahut edebi zevk özelinde de merkum tümceler işlevsel. ilgisel ve görgüsel farklılıklara göre muhtelif şiirleme biçimleri geçerlidir. dolayısıyla semantik ya da dilbilimsel fahiş çarpıklıklar içermedikçe yekpare kötü ve iyi şiirden bahsedilemez. dominat algıdaki iyi-kötü şiir ayırımı enfusi ve lokal bir beğeni ibrazıdır salt. bu harflerin tuşlayanı da ahmet selçuk ilkan, yusuf hayaloğlu, bilimum gazetelerdeki romantik okur şiirleri köşesi gibi niceee primitif (kötü/düşükçe değil!)beğeni evrelerinden geçiverdi. ve fi tarihinde absürdlükle, lafazanlıkla nitelediği poecileri henüz henüz haklılıyor.

sayın dinleyiciye arz ederim.


sohbet-i canan

her türlü teknolojik terakkiye kafadan karşıtım bi kere. bana kalsa makine öncesine dönelim derim. sofrada domates dilerken ineğin mööösünü duyalım. elektrik aydınlatma olmasın. ay ışığına, doğal yolgöstergesine daha aşina olalım. neyse konu bu değil. şeye gelicem esas. şimdi bu internet münasebetsizinin gereğinden, artılarından bahsederler ya; işte ne güzel tık diye bilgiye erişiyon, şıp diye dostlarınla sevişiyon... hikaye be madam! al bak şindik çevrimiçi msn listemde beş kişi var. bi cacık konuştuğumuz, halleştiğimiz yok. ama fiziksel hemhallik olsa geyik gırla giderdi. şampanyalar mı dersin, ahududu likörleri mi dersin, çalgıcı karısı binnaz mı dersin. (ne dersin, söyle ulan! atın bunu hücreye!)


kendine olan yakınlığın

gökyüzüne ne kadar sıklıkla bakıyorsun? bu aslında insanın özgürlüğünün, dinginliğinin, kalpferahlığının ölçütü. anladım.


öğrenelim öğretelim

Büveyhoğulları Güney İran ve Irak'ta 932-1055 yılları arasında hüküm sürmüş bir soydur. (bi de İbrahim Peçevî var, ama tabi o başka.)

"biz eve gidiyoruz" cümlesinde 'biz' birinci tekil zamirinin çoğul hali, 'gidiyoruz' da birinci çoğul şahsa aittir. (yani başka ne olabilir ki. Götürün bunu burdan.)

Milletler Cemiyeti 1920'de kurulmuştur. 1945'te Birleşmiş Milletler Örgütü'nün kurulması üzerine son bulmuştur.(buradan uluslararası kuruluşların çoğuna ikinci misyoner pozisyonu, yani bacak omuza yapıyoruz.)

Diego Velasquez pala bıyıklı, uzunca saçlı, kartal tipe yakın bir ispanyol ressamdır. O kadar iyi bir portrecidir derler ki, empresyonistler, yani izlenimciler Velasquez'i kendilerine öncü sayarlar. ("The Rokeby Venus" namlı tablosu şöhretlidir, güzellik tanrıçası venüs cıscıbıl çizilmiştir; götün sağ lopunu biraz daha belirgin kılamadık mı üstad denilmektedir.)

Yarım kilo bal yapabilmek için arılar iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorundadırlar. (bunun üzerine ortamdan biri "peki ya 750 gram için?.." diye sorar ve tüm ibret dolu hayreti bok eder.)

Yolda kaldırım yoksa sol banketten yürüyelim ve ineceğimizde her zaman taşıtın sol kapısını kullanalım. (bi de niye mesela filmlerde iyi kahramanın ismi hiç Cafer, Selahattin, Gazanfer falan olmaz? İsimlerin ne suçu var ki?)

Tiyatro Yunanlılar'dan Latinler'e geçmiş; Ortaçağ'da, Avrupa'da kaba komedyalarla devam etmiş; fakat Rönesans'tan bu yana, eski Yunan tiyatrosunun etkisiyle, modern tiyatro büyük gelişme göstermiştir. (Benan hoca vardı belediye tiyatromuzda; Damla, Gökçe vardı. adı E'le başlıyan bi erkek vardı, hafif kelliği vardı. çatı katında dersler, sandalyeler, duvarlar vardı.)

Minarenin en üst bölümüne "alem", alt ilk bölüme "külah", ezan okunan yerin üstüne "petek", ezan okunan yere "şerefe"; alt uzun kısma "gövde", altındaki bölüntüye "papuç"; en alt genişliğe "kürsü" denir. (entresan ama di mi? Niye upuzun yaparlar ki minareleri? O kadar yere ayrı ayrı isim verme zahmeti doğuyo hem. Hayır yani, görünsün diyosan zaten her yerde var; yok ses duyulsun diyosan, şimdi mikrofon olayı oluyo. O zaman ibadettten çok ölçü birimi olarak kullanılıyo mübarek: Minere boyu... Buraya üstatla birinin arasında geçen ilgili diyaloğu almak istiyorum sevgili fenikeliler: Üstad Hazretleri, ben Van’da askerlik yaptığımda bana ‘Van Kalesine gittin mi?’ diye sordu. Ben de ‘Evet Üstadım, gittim’ dedim. ‘Peki, Van Kalesine inerken ayağınız kaysa ne olur?’ dedi. Ben de cevaben ‘Yüzde beş yüz ihtimalle düşeriz’ dedim. ‘Tahminen kaç var minare boyu?’ dedi. ‘Beş minare boyu var diyorlar, efendim’ dedim. Üstad bunun üzerine ‘Benim oradan ayağım kaydı, on-on iki metre yan tarafa fırladım, fakat bir şey olmadı. O zaman anladım ki, korunuyorum’ dedi.)

Modern camcılık, Haçlı seferlerinin etkisi ile Bizans imparatorluğunun çökmesi sonucu XI. Yüzyılda Venedik'te gelişmeye başladı. Bu şekilde Venedik dört yüzyıl kadar Avrupa'da cam endüstrisinin merkezi olmuştur. (zaten ondan sonra bizim camcı Ali abi sektöre el koydu. Geçen cumartesi öğlendi galiba, eve geldi. Balkonun yeni kısmındaki pimapene cam taktı. Yaptığı gereksiz üç espriden ikisini hafif sıyrıkla, birini ağır yaralı atlattım. "Yirmi ver, yeter" dedi çıkarken. Sol ucu bir kaç katlı parayı arka cüzdandan çıkarıp dayanıklı ve muhtemelen hafif sıkan sümerbank ayakkabılarını giyen camcı ali abiye doğru uzattım.)


kıpkıssaca ortak-irreel sözlükler bağlamında

"ekşi", "zibidi", "private", "itü", "uludağ", "bilgi", "turan", "nacizane", "limon", "istanbul", "nedir(%50!)" diye bildiklerim dışında hayli üremiş/üreyecek katılımcı sözlük bulunmakta. oburca okurları da olmuş, kimileyin kimilerinde aktif yazar şeysiliği de yapmış bir filan olaraktan irad eyliyorum ki: yüzde 99'u ekşi klonular, kötükaba reprodiksiyonular. entry dilinden, açılan başlıklara - ideolojik formasyondan mevzuî izleğe ekşi/öteki sıçmığılar. diger nahiyeden; tiranca/firavunca bir jedi-moderatör-gammaz işleyişi hükmü ferma oluyor olmakta. salt zamansal kıdemli bir kimoluyonlansen zıppırı onca cehdü sa'y sarfeylenmiş iks kişi ve konuyu bertaraf edebilir olmakta. diger diger perspektiften; dilde pelesenkleştirilen ıscacık badi-kanki-bilgiç-suser ambiyansı amcık-yarrak muhabbeti abazaniyyesine ve diktotaryal/bonapartist kemalist ideolojisine indirgenmiş olmakta. şimdi ivedice atmasyonik yazdığım bir kaç başlık herhangi birinde sühületle gözlemlenebilir:

"tanga giyen başörtülü kız"
"başörtülüler iran'a gitsin kampanyası"
"din istismacıları"(elbette şeriat bağlıları hedefte!)
"bekareti gitmesin diye götten veren kız modeli"
"türkiye laiktir laik kalacak" (klişe bi bok gerçi ama)
vesaire vesaire...

ülküleşen idol protip genç havsalası bu arkakültüre sahip sözlüklerde. zırtana pırtana islam'da kadın konusunu en basit örneği taşırlar başlıklara. yok mirasta yarı pay alan, şahitliği tek erkeğin yarısına denk düşen kutsal değere meğere sahip yüce dinde falan diye (çok uzun cümle halit, su getir) abicim hiç bi pasif verici kerkevez çıkıp demiyo ki, ey yavşaklar, lan ey kafasını kemalist kasıklarda emdiren embesil embriyomlar! mesela orduda yüzbaşıdan yukarıya niye çıkamıyo kadınlar? ve de yüzbaşı kadın adedi kaç tsk da. şişst ya tırsak teraneciler niye orduyu eleştirmiyosunuz, he? nerde göt! eşit taksim, denk hak tanıyış? sonra ve sonra bırak öteyi beriyi bu sözlükte, kendi aramızda bile ne kadar pahası-kıymeti sahihası var kadının-kızın? onların domalma deneyi, kıç kobayı olarak semirildiğini-sömürüldüğünü gösteren onca(ilgili bi sürü başlık serdedilecek) başlığa ne demeli he? niye lan çöpçü kadın yok, yeraltında maden ocaklarında çalışanı yok? demek ki eşitlik değil, adalet/natureline en uyumlu/ona olgun öncelenik koçum. (bilahare nasıl adaletin tevzi edileceği burada tafsilen dillendirilecek.) işte kimse çıkıp demiyo bunu. gerçi dese de uçurulur o başlık-entry hemencik.[burda kesip sahura kalkıyorum, vakit bitiyo.]

................................................................................................

nasıl da bensiz

okul çatısındaki martılar
ne kaynatıyorsunuz öyle
benden habersiz?

hatırlıyorum da bazen

yaşın geçiyo diyor teyzem
yok mu hayırlı bi kısmet
sen geliyorsun aklıma
bi ramazan ikindisi
annenin ikide bir arayışı
kız olursa kübranur
erkekse ibrahim

çok var

filbahar, zerdalı, dere otu
bütün bitkileri seviyorum
hepsini sayamayacağım

biliyorum

birazdan telefonu çaldıracak
yolun başına çıkıp onu alacağım
yanmaz tavanın yerini soracak
ekmekleri dilimlemene gerek yok
diyeceğim dilimleyecek
colaya buz kıracak
winaptan kıraç'ı açacak

rab yolcusu

yol üstü
akarsulara
meyvelere
insanlara uğradım
o rab yolcusu

dalgınlıklar suyu

ı
gözlerimi dikip karşı binalara
hoşgeldiniz dalıp dalıp gitmelerim
bu gece benim için
hangi acı var?

ıı
söylenmedik yanlarıvar mı dır hayatın?
gece kuru birincir yaprağına elini uzattı
ifil ifil yalnızlık

ııı
dışarıdan köpek sesleri geliyor
güzel şiir diyorum

ıv
hayat işte
camı kapa, ceryan yapıyor
ayın sonu geldi
maç kaç kaç


o akşam ona orada o peçeteye öyle yazdım

öyle güzelsin ki lafı uzatmayacağım.

şiir herşeydir

bir yaz gecesi
bacaklarımı sivrisinek ısırıyordu
kalkıp pijamamı, çoraplarımı giydim.

................................................................................................


türk filmi izleyip ağlamak

ben şahsen bizzat kendim sol burun deliğinden mütemadiyen spermsi sümükler sızzdıran bir tıfıl idiğimde zırt pırt zırlardım özelliklen otuzuncu sınıf türk dram-romantik film(si)lere. emrah majestelerinin "yalnız güneş şahitti" zamazingosunda eşek gibin, tarık akan ve gülşen rubikoğlu(pardon bubikoğlu)’nun pismini anımsayamadığım pohpüsüründe ve de benzeri salya sümük aşk(%1,5)yapımlarında camış gibin eeeee ı’ eeeee ı’ eeeee lediğimi vakanüvisler tarihe kayıt düştüler. sonracığıma senaryodur, sine-dillerdir, neo-akımlardır cartlardır curtlardır der iken daha münekkid, edisyon-kritizer ve bityeniğiarar duyumsayışla seyreyledim beyaztülü. yine de the notebook ve lolita (jeremy ırons barındırıcı)beni ühhü ühhülediler bayabaya. isa aşkına! o ne yasak sevi! o ne yarımkgensest tutku! o ne koçdaşşa alaka.. yaşasın patolojik ruh! burdan engin abiye de sevgiler saygılar.


brecht'in güncesi

düşün yayıncılık/günce dizisi:4/çeviren: yüksel pazarkaya/kapak: bülent engez/kardeşler basımevi/ dizgi: gözde dizgi/genel dağıtım: dada/ ısbn 975-7275-41-7/ istanbul-1996.

1920 haziran-1922 şubatı arası eyyamcı not düşüşler...


2 mayıs 1921’den: günler içi boşaltılarak tükürülen erik kabukları. hafif yağmur yağıyor, rüzgar esiyor, ben soğuk odada oturuyorum...

orta bölüm; "bu yaz üstüne"den: çok şey yapmadım, biraz yürüdüm, bazı şeyler okudum, bir şey sevmedim...

25 mayıs 1921’den: bi ile göle gidiyorum. yapraklı ağaçlar ormanında uzanıyoruz, çayla haşhaş çöreği yiyoruz. teknede güneşleniyoruz, benzersiz bir görünümü var, ince ve narin. sonra ona yüzmeyi öğretiyorum.(..) kabinde çıplak oturuyoruz., öylesine has ve doğal bir tavrı var, herşeyde görülmemiş bir zarafeti ve vakarı. müthiş bir dolu yağarken (tanrı, güvercin yumurtası büyüklüğünde buz toplarıyla yeşil çalılıklara ateş ediyor), kahve içiyor ve sonra hafiften damlayan ormanda, "orléans bakiresi" filmini çekiyoruz...

25 ağustos 1920’den: yağmur insanın kafasındaki son düşünceleri de siliyor. düşünceler, pisliklerdir. bu yüzden, kışın birikirler. kağıt beni çekmiyor artık, bir yarasa gibi tembelliğin çatısına asılıyorum: ense kökü aşağıya sarkık!

24 ekim 1921’den: aşifteler kenti. pudra, et, sansasyon. dümdüz asfalt, cetvelle çizilmiş caddeler. triko suratlar. zenci mızıkacıları. köpekleri ve aşiftleriyle fransızlar. ışıklarla donatılmış kahveler, inanılmaz fiyatlar, berbat suratlar, vitrine konmuş bir kent. burada insanın canı sıkılıyor...

18 kasım 1921’den: traş olmak, üşümek, öğle yemeği. telefon. gevezelik. ziyaret. caddeler...

9 aralık 1921’den: hep yarıp çıkıyor: göğüsteki anarşi, kramp. iğrenti ve çaresizlik... 

................................................................................................


bazı dil sorunları

l. dilde bulunan kelimelerle ilgili kısır çekişmeler;
ll. yabancı dil hayranlığı.

her biri kendi içinde çeşitli sorun taşımakta. kısaca:

ll- kelimelerle ilgili kısır çekişmeler: dille düşüncenin ilişkisini biliyoruz. aynasıdır dil zihnin leibniz’e göre örneğin. dilin düşünce üretimi için elverişli olması kelimelerin doğru çağrışım yapmasına bağlı. bu da o kelimenin o dile ait olmasıyla mümkün. yabancı bir kelime ait olduüu dil bilinmedikçe gerekli çağrışımı yaptırıp yaratıcı düşünme sağlayamaz.
a.yalnış kelimeler: bununla türk dil kurallarına uyulmadan yapılan kelimelerle, yalnış çağrıım yaptıran kelimeleri kastediyoruz.
aa. türkçenin yapısına uymayan kelimeler: bu konuda türk dili uzmanları prof. fahir iz ile prof. dr.faruk timürtaş’ın eserlerinde bolca örnek bulmak mümkün. "çe" mesela, farsça küçültme eki. türkçede yok. ama bununla "ilçe", "dilekçe"; "gerekçe" kelimeleri dile mal ediliyor.
aaa. yalnış çağrışım yaptıran kelimeler: bu grup yabancı bir sözcük karşılığı olarak verilip de, o sözcüğün içeriğini tam karşılamayan kelimelerdir.örneğin "deduction" karşılığı olarak kullanılan"tümdengelim". oysa dedüksiyon her zaman tümden gelmez (matematikte örneğin, yapılan dedüksiyonlar tümden gelmiş olmazlar).
b. düşüncenin kısırlaştırılması: özetle farklı kavramların tek kelimeyle türkçeleştirilmesi düşünmeyi kısırlaştırır. türkçenin sadeleştirilmesinde bu yalnış nice kere işlenmiştir. mesela "tefekkür", "tedebbür" ve "teemmül" karşılığı olarak verilen "düşünme" buna örnektir.

ll- yabancı dil hayranlığı: yumuşacık, peltecik, tontoncuk, löpüstekçik türkçemizin gelişimini engelleyen tutumlardan diğeri de yabancı dil hayranlığı. tabi bu, o dili öğrenme amacıyla ortaya çıksa güzel olurdu. ne ki kendi dilini küçük görüp, yabancı dili ona baskın kılma gayreti olduğu için sakınca içermekte. buna çarşı pazardaki yabancı kelimelerle dolu tabelalarda, kimi devlet kuruluşlarında ve en çok da günlük dil kullanımında tanık olmaktayızdır.

(son dönem net ortamlarındaki [özellikle ortak sözlükler ve forumlardaki] dil uslubu iki kısmı da içine alan çeşitli edebî literal ve düşünsel yapı / gündelik iletişimsel ve teorik iletimsel bozukluklar içermesi yönüyle başlıca bir girdide [entry!] işlenmesi lazım geliyor.)

istikrar
heh sezai? nnniye hep istikrarlı olmanın, tuttuğunu bırakmamanın, kafayı eğip düzdüz gitmenin erdeminden-şeyinden dem vururlar ki? heh sezai? insanteki olarak ben-sen-bakkal emin abi-dürümcü ahmet içsel yani tinsel yani moral hepberaberliğe, herdaimliğe/pürüssüzlüğe, istikrara sahip miyiz ki!? bi de sezai: istikrar öztözünü, özgeliğini hadım edip başkasına ait olanı/ salt ötekini yaşamaktan başka ne ki? hem sezai; ne kazanç veriyor son kertede istikrar? başarı mı? lan sezai, başarı ne ki!? (zeki zeki başarı ne ki/ kim gördü güzelden vefa sen gör fuzuli! cıstak cıstak..) kim sezai o kim ki mutlu-kutlu başarmaktan? pasifsindir başarıda, edilgendirsindir elde etmede, güdülen-mikilensindir hedefe varmada. hep bir rekabet, hep bir kaygı kamkalası, hep bir sıkıntı spermi. oysa insan sezai: ah o şehla ve barbar, ah o kıllıkabakirli mahluk. baskındır doğaya, nesneye, şeye-meye. de get, ne istikrarı? oradan oraya savrulmaktır aslolan (gönülden gönüle uçtum nafile, yerin dolmuyor. cıstak cıstak..) akışkandır evren ve özne=bilinç. türetir, tüketir ve terkeder.. emosyonellik ki ajitatif arabesk duygu ki taşra hüznü ki ucuz acıcılık insandışıdır aslında sezai! bize dayatılan hayatı yadsıyoruz, (kanımı emen ur: toplum! yaşadıkça bu oyunun dışında olacağım.) biçileni-jilatinle sunulanı tardediyoruz diye mi istikrarsız ve kenarız? bulduğunda uzanıp tadacaksın, hazlanacaksın, yemişleneceksin. doyum başladığında terkedensin artık. işte sezai: mevzuat budur.


martin lings
"ebubekir siraceddin" diye de nam salık... yazardır, ingiliz’dir. iyi doğmuştur; 1909. yazık ölmüştür; 2005. protestandı başta, ateistti ortada; müslim oldu sonda. shakespeare üzerine dersler verdi martin, şazeli bir şeyhe intisab etti martin, arap dilini yedi bitirdi martin. şiirlerdir yazmıştır, makalelerdir yazıvermiştir, kitaplardır yazıverivermiştir. türkçeye’de çevrildi nice eseri. "hazreti muhammed’in hayatı" kitabı mesela; pek meşhur, pekçe ödül aldı.


carlo goldoni
1700’den yedi fazla- 1790’dan üç fazla yaşadıkine. tiyatrocu bir veletti, hukuk diploması almış bir genç, bi dünya işe girip-çıkmış adam. tiyatroya yeni teknikler getirmedi değil hani. "iki efendinin uşağı", becerikli dul", "iyi eş"; "kahvehane" gibisine üüününlü piyesler yazıpetti. bir elit oldu kimi zaman kendisine kralca aylık bağlanmış, ama ölüp gitti yoksulluk falan içinde.


otobuste haslanmis yumurta yiyen insan modeli
meşe kalasıdırlar, palamut köftesidirler. götü ihata etmeyen bir sliple sibiryaya sürülesidirler, gasgaddar bir çavuş eşliğinde ördek dansı yaptırılasıdırlar. balık istifi dolu ve basık devlet dairelerinde kışın tıs tıs osuranlar, akşam iş çıkışı otobüslerde cümle aleme lepleş koltukaltlarını solutanlar ahan da bunlardır.

konservatuvar
16. yüzyılda napoli’de kuruldu ilk konservatuvar. öteki avrupa şehirlerinde 18. ve 19. yüzyıllarda açıldılar. türkiye’de ise ilki istanbul’da "darülbedayi" adıyla inşa edildi 1913’te. 36’da da ankara’da devlet konservatuvarı açıldı.

idrisiler
bir hanedan, bir devlet. arap’tılar, ortaçağ’daydılar, fas’a egemen olmuşlardı. kurucuları vardı; o da l. idris’ti. öldürüldü kışkırtmalarla. yerine biri geçti; ll. idris geçti. kurdu fas’ı, başkent yaptı fas’ı. sonra sonra iç çalkantılar yönetime düştü, yönetim de güç duruma düştü. evvelcene abbasi devletine bağlı idiler, sonrasana endülüs emevilerine bağlı idiler; bi daha sonrasana fatimi yönetimine bağlı idiler. tüm bunlar 788 ila 974 arası cereyan eyledü.

levni
doğdu evet edirne’de. öldü evet 1732’de. aldı ders ünlü nakkaşlarından zamanın. oldu saray başressamı(yani ki nakkaşbaşı). minyatürde aştı bir güzel alışılagelmiş kuralları. "padişahlar albümü"dür en bi ünlü eseri, "sûrname"dir en bi ünlü eseri.

parya
hindi istan’da kast dışı ndakilere veri len nam. uzak tutulurlar top lumdan. ağır iş lerde hababam çalış tırılırlar.

arsakes
part kabilelerini devlet yapan yigit. selevkileri tuş edip bağımsızlığı ilan ediverdi.

partlar
bir millet. devlet kurdular. "partya" denen bölgede. iran’ın kuzey doğusunda. eskiçağ’da. bağımsızlıkları arsakes’le oldu. isa’dan önce 247-248’de. part hükümdarlarına bir isim verildi: arsadikler (eşkaniyan). romalılarla nice kere savaş mavaş vuku buldu. sonunda iç karışıklıklar oldu. ona yenik düştüler. iranlı ardeşir. yendi onları. yıkıldı part devleti (isa’dan sonra 226). yerine kuruldu sasani devleti.

süzeren
bir yönetim ünvanı oluyor kendileri. avrupa’da derebeylik idaresinde büyük senyörlere veriliyordu, derebeylere veriliyordu; kendilerine bağlı olanları koruyanlara veriliyordu. kral idi en büyükleri süzerenlerin


burak reis
ünlü türk denizci. onbeşinci yüzyılda yaşadı. yok bilgi fazla hayatı hakkında. ll. beyazıt devrinde venediklilerle çıkan savaşta, yunanistan’a sefere çıkan donanmada kemal reis ile birlikteydiler. saldırılar sonucu çaresiz kalınca ateşe verdiği düşman gemileriyle kendisi de öldü (1499). anısına savaş mahalli brodano’ya, "burak reis adası" adı verildi.

özbilinç
kişinin varlığı hakkında bilgili olması demek. özbilinçlemede bir yerdeki bozukluk her yerin gelişimini etkiler. burada kişinin kendini suçluluk misali olumlu olmayan duygulara kapılmaksızın olduğu şekliyle kabul edip benimsemesi esastır. bu şekilde gerçek manada kişinin kendisini kabullenmesiyle ’özbenimseyiş’ gerçekleşir.

louis hjelmslev
dilbilimci. 1899-1965 arası yaşadı. ünlü iskandinav dilbilimcilerinin (rask’dan sonrakiler özellikle; noreen, medvig, wiwel gibin) temsilcisi oldu. saussure’den de esinlendi; kimi düşüncelerini geliştirdi onun. kuramı uluslararası dil çevrelerinde büyük ilgi gördü. kurup geliştirdiği "kopenhag dilbilim çevresi" etrafında yapıtlar yayımladı. dil teorisine katışıksız (şiirsel ve fizikötesi olmayan / öznel ve kesin) bir bilimsel temel kazandırmayı amaçladı.

suçlar ve itiraflar
bedrettin şimşek’in "sahte peygamberin vaaz kitabı"ndan sonraki deneme eseri. 1997, doruk yayınları. tecavüzden gaspa, işkenceden cinayete, ana-baba katilliğinden kundaktaki çocuğu boğmaya şiddet dürtüleriyle örneklemeler eşliğinde yüzleşilmekte. ruhunu görmek isteyenler için ayna bir bakıma:

her kadın, kendini zayıf hisseden erkek karşısında yabancıdır. kendini zayıf hisseden hiçbir erkek yoktur ki, bir kadın yanında kendini rahat hissetsin. isterse o, çılgınca sevdiği kadın olsun...

bir toplum zenginler-yoksullar diye ikiye ayrılıyorsa, orada herkes birden zengin olamayacağı için çalmak kaçınılmaz olur. kaldı ki, paraya tapan bir toplumun hırsızları yargılaması ikiyüzlülüktür...

insan bir günah işlediğinde ona hakim olan kalbidir artık, mantığı değil...

bir suçlu kendi kendini cezalandırmamışsa cezalandırılmış olmaz...

merhamet, bir masum için başka, bir suçlu için başkadır...

aşk bağışlar, ama hiçbir hatayı görmezlikten gelmez...

hiç kimsenin suçu kurbanıyla sınırlı kalmaz...

yalan söyleyen daha fazlasını hakeder...

kötülük yapan kendine yenilir...

................................................................................................


alimlerin ilim aşkı

hâfız b. kesîr tâbiînin büyüğü, medîne-i münevvere’nin âlimi saîd b. el- müseyyeb’le (d.13/v.94) ilgili şöyle der: “mâlik, yahyâ b. saîd’den saîd b. müseyyeb’in şöyle dediğini aktarır: “yalnızca bir hadis öğrenmek için gece gündüz yolculuklar yapıyordum.”
(el-bidâye ve’n nihâye)

abdullah b. mübârek’le ilgili rivayet geldi: ali b. hasen b. şakîk der ki: “abdullah b. mübârek’le beraber soğuk bir gecede mescidden çıkmak için kalktım. kapının yanında bana bir hadis rivayet etti. ben de ona rivayette bulundum. müezzin gelip de sabah ezânını okuyuncaya kadar o bana hadis rivayet etmekteydi.”
(zehebî, tezkıratü’l huffâz)

hadiste mü’minlerin emîri buharî (d.194/v.256) ile ilgili anlatılır: “kendisine yolculuk (rıhle) mümkün olduğu kadar başka memleketlerdeki hadis şeyhlerine seyahat etti. binden fazla şeyhten hadis yazdı.
(ibn kesîr, el-bidâye ve’n nihâye)

muhammed b. yûsuf der ki: “bir gece buharî’nin evindeydim. geceleyin not aldığı şeyleri iyice bellemek için on sekiz defa kalkıp kandili yaktığını saydım.”
(nevevî, tehzîbü’l-esmâi ve’l-lüğât / tâcü’s-sübkî, tabakâtü’ş-şâfiıyyet’il-kübrâ)

fakîh, mâlikî imâm muhammed b. ibrâhim b. abdûs el- kayravânî (d.202/v.260) ile ilgili şöyle geldi: ebûbekir muhammed b. ebbâd’ın zikrettiğine göre, muhammed b. abdûs on beş senesi ilmî çalışmadan, on beş senesi de ibâdetten olmak üzere otuz sene yatsı namazı abdestiyle sabah namazı kıldı.
(kâdı iyâz, tertîbü’l- medârik)

imâm ebû yusuf’un talebesi ibrâhim b. cerrâh et- temîmî (v.217) anlatır: ebû yusuf’un hastalığında ziyaretine gittim. baygın şekilde yatıyordu. kendisine gelince bana “ey ibrâhim, şeytan taşlarken hangisi daha fazîletli; kişinin yürüyerek ya da binekli olarak atması?” şeklinde sordu. “binekli” deyince; “hata ettin” dedi. ben bu sefer “yürüyerek” deyince, yine: “hata ettin” dedi. bunun üzerine “allah senden râzı olsun, söyle o zaman” dedim. dedi ki: “kişinin yanında duâ için duruluyorsa, efdal olan cemreyi yürüyerek atmaktır. eğer durulmuyorsa efdal olan binekli atmaktır.” sonra gitmek için evinin kapısına ulaşmıştım ki, içerden onun için kopan feryâdı işittim. ölmüştü.”

hâfız zehebî, ibnü’l mukrî muhammed b. ibrahim (d.285/v.381)’den bahsederken şöyle der: ebûbekir b. ali’den, ibn mukrî’nin şunu dediği rivayet edildi: ben, taberânî ve ibn hayan medine’de idik. bu sırada maddi bakımdan darlığa düştük. bu nedenle iftarsız iki gün oruç (savm-ı visal) tutuyorduk. akşam yemeği vakti geldiğinde paygamber efendimiz sallellâhü aleyhi ve sellemin kabri başına geldim ve
-ya rasûlellah, açlık canımıza vurdu, dedim. taberânî:
-otur. ya bir rızık gelir ya da ölüp gideriz. sesini çıkartma, dedi. ben ve ibn hayan namaz için kalktık. kapıya hazreti ali soyundan birisi geldi. ona kapıyı açtık. yanında içi yiyeceklerle dolu iki sepet taşıyan iki çocuk vardı. bize dedi ki:
-beni peygamberimize şikâyet etmişsiniz. rüyamda gördüm. size yiyecek bir şeyler getirmemi emretti.
(tezkıratü’l-huffâz / siyer-i a’lâmi’n-nübelâ)

ali b. harb; “zeyd b. hubab’a gittik. giyinip de karşımıza çıkacak bir elbisesi yoktu. kapıyı bizimle kendisi arasına perde yaptı da onun arkasından bize hadis rivayet etti,” dedi.
(siyerü a’lâmü’n-nübelâ)

hatîb el bağdâdî, tarih-i bağdat adlı eserinde, ömer b. hafs el aşkar’dan naklen imam buharî hazretleri hakkında bir olay anlatır: “bir gün buharî’yi, basra’da hadis dersinde göremedik. evine gittiğimizde onu çıplak bir vaziyette bulduk. harçlığı bitmiş, hiçbir şeyi kalmamıştı. onun için para toplayıp elbise satın aldık ve giydirdik. sonra acele ile bizimle beraber hadis yazmaya koyuldu.”

ebûbekir b. hamdâm; “ibn hıraş’ı şöyle derken işittim,” dedi: “bu ilim uğruna beş kere idrarımı içmek zorunda kaldım.” kendisi zamanın hadis hâfızıdır. uzun ilim yolculukları yapmıştır. tahsil için ailesinden uzak çöllere düşünce bu hale gelirdi.
(el-iber fî haberi min ğâber / mîzanü’l-i’tidâl)

halef b. hişâm el esedî el bezzâr el bağdadî’nin kısaca hayat hikayesi: hicri 150 senesinde doğdu. 229 senesinde vefat etti. kıraatçı, mühaddis, fâzıl ve âbid bir âlimdi. imam müslim, ebû davud, ibrahim el harbî ve bu tabakadakilerin hocasıdır. şöyle dedi: “nahivden bir meselede zorlanmıştım. iyice öğreninceye kadar seksen bir dirhem harcadım.”
(ma’rifetü’l kâri’l kibâr ala’t- tabakât-i ve’l -âsâr)

yahya b. maîn’e babası yüz elli bin dirhem bırakmıştı. hepsini hadis öğrenmek için harcadı. ayağına giyeceği bir pabuç bile bulamaz hale geldi.

ebû muhammed abdülaziz b. muhammed el karavî el fâsî hakkında ibn kâtib el konstantînî der ki: “fukahâdan biri bana şöyle dedi: “abdülaziz’in yanına girdiğimde elbisesine sarılmış, fıkıh kitapları önünde açılmıştı ve teri üzerine damlıyordu. elbisesi de olabildiğince kirliydi. bunun üzerine ona:
-kendine bak. elbiseni yıka, dedim. o da bana:
-altı aydır yıkamayı istiyorum, lakin ilmi meselelerden fırsat bulamadım, deyince şaşırıp oradan ayrıldım.”
(allâme ahmed baba et- tünbüktî, neylü’l -ibtihâc bi tadrîzi’d-dîbâc)

hâfız, imâm, allâme, huffâzın mirası taberânî (d.260/v.360) ile ilgili şöyle geldi: zevkânî der ki: “taberânî’ye çok hadis rivayet etmesi konusunda sorulunca:
-otuz sene boyunca hasır üzerinde uyumuştum, dedi.”
(zehebî, tezkiratü’l huffâz)

...............................................................................................


sohrab i sipihri
1928-1980 arası yaşamış iran’lı çağdaş şair ve ressam. hindistan, japonya, italya, yunanistan, fransa ve mısır seyehatleri, doğu felsefesi, budizm ve dinler tarihine duyduğu ilgi şiir ve resmine geniş bakış açısı kazandırdı. uslubunda modern iran şiirinin kurucusu nîma yuşic’in etkisi büyüktür. şule yayınlarından heş kitap (sekiz kitap)adıyla derlediği tüm şiirlerinin prof. dr. mehmet kanar’ca yapılmış çevirisi bulunmakta.

gurûba doğru

dökülmüş kızıllığı gurubun
yer yer taşın üstüne
dağ suskun
ırmak kükrüyor
mor bir harman
kalmış kırın eteğinde
gölge karışmış gölgeye
taş taşa kenetlenmiş
solgun gün geçiyor yoldan
gözlerinde belirmiş kederin izi
bir tebessümün ardından...

...

sabah vakti
ötüyor yalnız kuş
güz, duvar vahdetinin üstünde
yaprak yıkıyor
ferahlık veren güneşin davranışı
uykusundan sıçratıyor hacmini fesadın
bir elma
çürüyor
zembilin örgülü fırsatında
eşyanın gurbetini andıran
bir his geçiyor gözkapaklarından
ağaçla yeşil saniye arasında
laciverdin tekrarı
karışıyor özlemiyle kelamın...


...............................................................................................


devrimler sosyolojisi uzerine demeler derlemesi

devrim bu hocaların ardına, onların bilgiçce ve bulanık sözlerinin, boğucu ve sıkıcı tiratlarının arkasına mı gizlenecekti?
friedrich engels, ludwig feuerbach ve klasik alman felsefesinin sonu

sınırsız bir basın özgürlüğü olmadan, dernekleşme ve toplanma önündeki her türlü kısıtlama kaldırılmadan büyük halka kitlelerinin egemenliğinden söz etmek bütünüyle olanaksızdır.
rosa luxemburg, rus devrimi

ne örgütlü ayaklanmalardan ne de gerçek bir disiplinden sözedilebilir; bütün bu hareketler kendiliğindenlik niteliğini taşır.
b. porçnev, 1623’den 1648’e fransa’da halk ayaklanmaları

çağdaş devrimler tarihinin bize öğrettiği nedir? avrupa’da sınıf mücadelesinin ilk patlaması yenilgiyle kapandı. 1831’de lyon’da ipek işçilerinin giriştiği ayaklan ma büyük başarısızlıklarla sonuçlandı. ingiltere’de çartist hareket yenik düştü. haziran 1848’de paris proleteryasının başkaldırısı ağır yenilgiye uğradı. nihayet paris komünü’nün yenilgisi korkunç oldu. sosyalizmin yolu -devrimci mücadeleleri dikkate aldığımızda- yenilgilerle döşenmiştir.
rosa luxemburg, spartakistlerin yayın organı die rote fahne’de

filozoflar dünyayı değişik biçimlerde yorumlamakla yetindiler, oysa sorun onu değiştirmektir.
marx-engels, alman idolojisi (feuerbach)

...............................................................................................


sina akyol, lirikler

pıt
diyen sesi
dutun

hava ağır ve sıcaktı, gecenin sesi
tenimdeydi, kıyıda tumba
çalıyordum, kimbilir kiminle.
seviştim ah, belki lotüs
çiçeğiyle, belki onun
taçyapraklarıyla.
konuştum
uzun.

soyarken seni,
zamanlar öncesiydi
ve yoktu
incir yaprağın.

telaşla baktım.
yüzünü ezberime aldım.
sesim dedim, sesime
dokunsun.

parmak
izlerimi
silerek
okşuyordum
boynunu.

efendim, onu!
incelikli
boynunu.

indim koyaklarından
kardım geldim.

eşkıya sekişimle:

gümüş ovan! kasımpatın!

yoldum yoruldum
cennetinde ilk defa.

mum ışığında gidip geldi gövden
ve ay doğduğunda-
yoktun! olsun, biraz da yoksulluklar sevişmek.

arındıkça çoğalır
diye insan, öptüm,
bilmem ki yalnızca
seni mi?
hatta belki
kendimi
bile
öptüm.

derin duydum, rüzgârın
ıslığı yoktu! çünkü saydım,

kumun tanesi az’dı! anladım,
demenin ürkütücülüğünü düşün,
-imkânsızdır anlamak

emdim bitirdim.
sütüm, dedim.
helal şiir.

ikindi kitabı’ndan


hasidilik

ez cümle yahudi mistizmi olan kabalacılık tarihi süreçte değişimlere uğradı. önceleri bireysel zühde dayalı iken 18. yüzyılda aşk ve neşeye dayalı grup kabalacılığı hasidizm’e dönüştü. ukranya doğumlu israel ben eleazar’ın (1696-1770 arası yaşadı. "baal şem tov" [güzel isim sahibi] diye şöhret bulmuştur.) öğretileri ışığında oluşan hasidizm, kabalizm’in zor ve katı ilkelerini reforme edip basit uygulanabilir şekle soktu. artık ibadet bir meditasyon ve neşe-eğlenceden ibaretti. dini hayat beş yaşında başlar. çocuğun başı geleneğe göre traş edilir ve bir kısmı yanlardan uzatılır, başına kipa takılır. bütün yaşantısını dini eserleri okumakla geçirir. yetişkin hasidist ise siyah şapka ve cüppe giyer, elbisesinin dört kenarına ip takar. kadınlar başlarını perukla ya da tülbentle örterler. öğretiye uyanlar tüm hayatlarını dinlerine adamışlardır. işte çalışmazlar. mesih gelmeden önce kurulduğu için bazıları israil devletini tanımaz. büyük çoğunlukları avrupa ve amerika’da yaşar. israil’de yaşayanlar yahudi nufusun %5’ini oluşturur


emre yılmaz

60’ta ıngaa dedi. robert lisesi akabi it(alya), am(erika)’da okudu idi. 96’da ilk kitabını yani "genç bir işadamına"yı yayıncıya teslim etti idi. bir daha akabinde şey; "şeytanın fısıldadıkları" vitrinlerde arzı endam eyledü.


şeytanın fısıldadıkları

emre yılmaz’ın deneme kitabı. ilk kaynak yayınları. 7. baskısı vardı elde. nasıl denir, cuk diye oturan şeyler olmuştu, notlar almıştı bay okuyucu. biraz bazıları bunlar:


iş dünyasında doğru söylemek aptallıktır; siyasette suç, sosyetede ise terbiyesizliktir.

"nefrete daha çok güvenirim," dedi şeytan. "çünkü nefretin sahtesi olmaz."

küçük her zaman büyüğünü gizlemek için itiraf edilir.

samimiyet aklı başında konuşuyorsa biliniz ki sahtedir. gülüyor veya dans ediyorsa biraz daha az sahtedir. kızıyor ve sinirleniyorsa daha da az sahtedir. ana avrat dümdüz gidiyorsa biliniz ki samimidir.

alçakgönüllülük yüksek sosyetede bir zaaf kabül edilir. sosyetede popüler olmanın yolu, snop bir tavırla doğru götleri yalamaktır.

ilk çare ilk beladır.

yat aşağı. bulutları seyret. hiçbir şey yapma. her şey olmanın sırrı işte bu.

katlanman gerekiyorsa katlanacaksın. kapı açıksa çıkacaksın. daha ne? gelene uy. gidene yapışma. bir yerlere mi sıvışmak istiyorsun? poyrazsa güneye in. lodossa kuzeye çık. esmiyor mu? etrafına bir bakın. burası bugünü geçirmek için hiç de fena bir yer değil.

samimi insanlar can sıkarlar. neden mi? oyun oynamasını bilmezler... bu yüzden samimi kadınlar yalnız kalırlar, çünkü onlarla fikir ve duygu alışverişi yapılır ancak. kırıştırılmaz.

ekonomik özgürlük yoktur. sadece farklı efendilere yeni bağımlılıklar vardır. kocadan kaçan kadın patrona tutulur. patrondan kaçan müşterilere.

şüpheleniyorsun. korkuyorsun. şüphelen ve kork… sosyal hayatta herkes senin “ne yaptığınla” ilgilenir; “ne olduğunla”, değil. – naber ya, ne yapıyorsun?

çapkın kadınların çoğu aslında şefkat çapkınıdır- seks değil. ya çapkın erkekler? onların çoğu da özgüven çapkınıdırlar-seks değil.

intikam için aldatan kadın hep pişmandır; seks için aldatan erkek ise hep doyumsuz.

bekarlık tek kişilk hücredir. evlilik iki kişilik. seçin.

beleşi elimizde dururken gider en zoru ve pahalısı için çabalarız.

.................................................................................................

not defterlerimden
Dennıs Olivier (fransız fotoğrafçı)
- united-kingdom
- people
- watercapes
- landcopes
....................
Andy Julıa (82'li. moda, reklam fotoğrafçısı. artlarları etkileyici.)
....................
Rolfe Hom (71, California. doğa-manzara-siyah beyaz foto)
....................
maximumbilgi.com'a üyelik için havale adresi: Seher Özserin/ Akbank/ Bostanlı (299) şubesi. hesap no: 72026
....................
bk. kur'an kerîm> sure42/ayet40, sure7/ayet205, sure2/ayet47, sure16/ayet95, sure02/ayet186, sure50/ayet16, sure58/ayet07, sure102/ayet01, sure39/ayet31, sure60/ayet01, sure27/ayet80, sure07/ayet164, sure73/ayet19 ...
....................
düşen tutacağı dalı seçemez.. objektif olmak kalleş olmaktır.. idealist ukela olmak zorunda, yoksa ayakta kalamaz... (c. meriç'ten. kaynak belirtisiz)
....................

andolsun ki, mallarınızla ve canlarınızla imtihan olunacaksınız. (âli ımrân, 186)
....................

3.ayak.org - ekşi sözlük - beyazperde.com - türkçe bilgi ansiklopedi sayfaları - best 100 free.com - deviantART - muslim photo gallery
....................

bırak onları yesinler, zevk alsınlar; ümit onları avundursun; ileride öğrenecekler. (hicr, 03)
....................

m. kuddise sirrühânın cep tel'i: (yazamam ama..)
....................

neyzenûndan> Aka Gündüz Kutbay - Kudsi Erguner - Süleyman Erguner - Niyazi Sayın - Sadrettin Özçimi - Murat Salim Tokat
....................
motto: (ing) slogan, düstür.
....................
gençken kurşunî bir kumruydu
her dem dem çeken
ihtiyar oldu ihtiyar ağarmış bir
güvercin şimdi paçalı donlarıyla
sabahları sırılsıklam
Can Yücel (Eşber'e)
....................
(burda ilhan berk'in çıkrıkçılar yokuşu şiiri var. uzun, yazmıyorum.)
....................
(666'dan bi epigrafı küçük iskender'in. o da uzun, yazmıyım.)
....................
parselasyon: parselleme
....................
sorguç: başa tuğ, çelenk, tepelik
törskürtmek: düşman püskürtmek
süyek: destek, kol desteği
ibra: aklanma
cerrar: tacizle para toplayan dilenci, arsız
minör: küçük
fiksiyon: yalan, uyduruk, hayal
antidot: panzehir
anomali: kaide dışına çıkma
ambiyans: ortam, çevre, hava
emesyonel: duygusal
relax: rahat
....................
göllere söyle bir ara uğrayacağım.
....................
kümülatif: birikimli, gittikçe artan/ ( fr) bir araya gelen, birbirine eklenen
....................
- sana her geçen gün daha fazla aşık oluyorum
- iyi de mesele bu değil ki!
(ekşi'den)
....................
repyodiksiyon: bir sanat eserinin kopyası veya taklidi
....................
nirengi noktası: referans noktası, baz alınan yer
....................
halisağa cad.
....................
eğer bir hikaye anlatacaksan yazar olacaksın, yönetmen değil. (peter greenaway?)
....................
NLP uzmanları; richard bandler, john grinder
....................
a. bilgin: bağlar mahallesi. barış sok. no:5 güneşli
....................
malcom x
gece yarısı ekspresi
sekiz cennet
( a.'a alınacak filmler)
....................
ansiklopedik izmler sözlüğü, anahtar yayınevi, osman korkmaz
....................
taşlarla ilgili kitap araştır.
....................
15 ekim 1921. orta asya. pamir dağlarının kuzey etekleri (m. a.'den esinle)
....................
rabbim seni çok seviyorum rabbim seni çok seviyorum
....................
vüsat o bener'den
1- buzul çağının virüsü
2- bay muannit sahteğinin notları
....................
1- asimiliasyon/asimile
2- kopipest
3- emiodcular (müzik akımı)
4- kompalsif: saplantı, zorlantı
5- patronaj: suçlunun topluma alışması için cezaevi sonrası gördüğü yardım
7-
....................
yalnız olmaz insan yalnız bırakılır
....................
güzel olan sevgili değil sevgili olan güzeldir (tolstoy)
....................
bankacılar cad. garanti bankası. eskort sanayi sitesi c1 blok no:28 c. bey
....................
pedofil (sübyancı)
pedofili (ilgili hastalık)
....................
çağına uy
zaman dışıymışın gibi yaşa
bunda çelişki yok
..
imge avlama
gelirse kapıyı aç
..
unutulmayı iste
yeniden anımsanırsan
sonsuz yaşam ondan sonra
(s.k. aksal)
....................
her şey yerini buluyor
....................
dizinin dibinde uyumuş
söğüt
öğlenin
....................
onlar kalabalıklar arasında birbirlerine yabancıyken biz yalnızlıkta birbirimizi tanıyoruz (ali şeriati. yalnızlık sözleri dergisinden notlamıştım.)
....................
insanın içini dökmekten vazgeçmesi; ayrılık (şükrü erbaş)
....................
aldatan aldanır
....................
hep yandaki sıra daha hızlı ilerler
....................
zamanla geçti (tarzan manhattan'da filminden)
....................
gençtim ve gelecekten korkuyordum (ahmet altan, içimizde bir yer)

...........................................................................................................


nefsin dereceleri -I-

nefsin dereceleri bir: Nefs-i Emmâre

Birinci derece. Hiçbir faydası olmayan nefis. Kâfirlere, münâfıklara, fâsıklara mahsus. Oniki alâmeti, sıfatı veya huyu mevcut. Öyle batak ki, tarifi mümkünsüz.

SIFATLARI

Küfür: Dinde saygı vucubiyyeti olan şeyleri tahkir yahut tahkir vucubiyyeti olan şeylere saygı… Dinsizlik, gavurluk, imansızlık. Müslümanlığa manilerin en büyüğü. İki dünya cehennem. Dört nevidir. Geçelim…

Şirk: Hatta Rabb Teala’nın sıfatlarını bilmeyenin kamil imanı olmadığından, nikahı da şüpheli addedilir. Fıkh-ı ekber şerhinden, yine Câmiü’l Kebîr’den bir şerefli hadis: “Anne-babası Müslüman bir kız çocuğu, İslam’ı anlatamaz ve nihayet rüşde erdiğinde evlenir de din-i İslam’ı yine anlatamazsa, o kocasından ayrılır, yani zorla, mecburi.” O kadar ciddi. Gizlisi de var. Riyâ…

Gaflet: Üçüncü vasıf. Hak’tan ve emirlerinden gaflet. En büyük câhillik. Nefesi boşa harcamak gaflet, dinden habersizlik gaflet. Muhâlefete varırsa İslam’dan dönme, mürtedlik mevzu bahis. Tövbe etmese katli vacip. Allah muhafaza!

Cehalet: asıl câhil odur ki, kâinât mektebinde bulunur da, buranın sahibi kimdir, diye düşünmez. Velev ki, yüz üniversiteden mezun ola. Tasavvuf erbabınca meyyit (ölü) diye tabir edilir. İlmin ehemmiyeti pek büyük. Zahirine yüzlerce şerefli hadis teşvik, terğib eylemiş. Gönül ilmineyse bu kemter kulun havsalası kifâyetsiz.

Günaha dalmak: Zâhiri günahlar; içki, kumar, hırsızlık, haksız katl, iftira, faiz… gibi yüzyirmi beş kebâir (büyük günah) mevcut. Bâtıni (seğâir) günahlar, görünmez, lâkin bilinir. Diğerinden çok fena. Ondan tövbeyle kurtulsa da bundan tövbe çok az şahsa nasip. Ufak günahlarla rakam beşyüzü aşkın. Tafsilata burası kâbil değil. Bir ölçü olsun için Seriyyü’s Sakatî’ye kulak vermeli: “Nefsim otuz veya kırk senedir yağlı bir yemek istiyordu, ona katiyen vermedim.” Minhâc-ı Râğıbîn’den…

Kibir: cehenneme iticilerden. Çalışılırsa ıslahı mümkün. İki nevi; Allah Teala Zülcelal’in kullarına karşı ya da O Zülcelal’e karşı böbürleniş. İhyâ-i ulûm’da ve Tenbîh-i Ğâfilîn’de hayli malûmat serdedilir.

Hırs: haddi zâtında nimet. Hayatın iyiliğine hizmetkâr. Lâkin her şey hududlu. Orayı aşınca durmaya imkan nerde? Cenâb-ı Peygamber buyururlar ya: “Haris adamın iki dere dolusu altını olsa, üçüncüsünü isterdi.”

Buhl (Cimrilik): “Cömert hem allah’a yakın, hem cennete yakın, hem de insanlara yakın; cehennemden de uzaktır. Bahîl (cimri) ise aksine; allah’tan uzak, cennetten uzak; cehenneme yakındır.” buyuruldu.

Gazap: Nefs-i emmârenin kötü huylarının dokuzuncusu. Gazabsız insan olmaz, lâkin yerinde kullanmalı. Hilm, gazabın aksi. Câhiller pek hoşlanmaz ondan. Hemencecik kızar o. Akıllıysa sabreder, afveder. Abdullah ibn-i mübârek’e ricada bulunurlar, “hüsn-ü ahlâkı bize kısaca tarif eder misiniz?” diye. “Gazabın terkidir” der büyük. Yine “kızılması gereken yerde kızmamak hayvan işidir,” buyurur İmam Şâfiî rahmetullahi aleyh. Kızılması gereken yer, yani dini mevzuâta ters şey. Farkı anlamalı.

Hased: en fenâ, en şerli haslet. Şeytandan olduğu gibi hasûdlerin de şerrinden sakınmayı ferman buyurur Hak Tealâ Felak suresinde. “Ateşin odunu yediği gibi,” der Habib-i Ekrem, “hased de hasenâtı, sevapları yer, mahveder.”

Kin: Mezmum ahlaklardan, necâset-i mâneviyelerden. Hayvâni bir his. Yapılan hareketi kötüye çekerek, unutmayıp intikam hırsı beslemek. İşte memleketteki kan dâvaları. En canlı temsil. Ne kötü mukâbele!

Şehvet: Neslin bekâsı için zarurî. En küçük suiistimal tedavisi müşkil bir hastalık doğurucu. Göz görmekle, kulak işitmekle, dil söylemekle, el de temasla şehveti tahrikkâr. Bununla alakalı büyüklerimiz önümüzden başka tarafa bakmamayı öğütledi bize. “Nazar ber kadem”in sırrı. Farklı cinsle el sıkışmak da aynı. Çünkü göz ve el teması şehvet öncüsü. Gayri meşru bir sonuçta Allah muhafaza bekara yüz değnek, evliye recm. Yeme içmeyi azaltasın, gece ibadetine ağırlık veresin, haremsiz selamsız mekandan uzak durasın. Ölçümüz bizim.

İş bu oniki sıfat ve benzerini giderenler Hak Tealâ’nın izniyle emmârelikten kurtulur.
Gidermenin iki yolu: ilki riyâzet yoludur. Çok zor ve uzun lâkin. Kimileyin ömrü yetmez de insanın kemal bulmadan âhirete göçer. İkincisi zikrullah yolu. Bu devamlı zikir haline tâlipler pek de az bugün. Halvetteki ders ve telkin de çıkıncaya kadar. Sonra eski duruma dönüş. Onun içun matlûb halvete girme değil, halvet hâlini muhâfaza. Bâyezîd-i bistâmî’nin otuz iki senelik riyâzeti, abdulkâdir geylânî’nin yirmi beş senelik çöl hayatı nerede? Bahâeddin nakşıbend hazretlerinin sülûkü ise bambaşka. Yolları temizlemek, hayvanları tedavi etmek, fukarâ ve miskinlere bakmak…

RÜYASI
Emmâredeki insanın kendini bilmesi şekli. Meselâ rüyâda hınzır görmek, haramla meşgûl olduğuna, fil görmek kibir sıfatına, köpek gazap ve şer sıfatına, yılan ezâ ve cefâya… ezcümle eti yenmeyen hayvanları rüyâda görüş nefs-i emârenin itaatsizliği ve şehvânî sıfatlarına delâlettir. Eti yenenlerse, azgınları emârenin bir sıfatı diye tabir olundu. haram ve menhiyâtı düşlemek haram işlediğine alâmet. Geri kalan tafsilât için alakalı eserlere müracaat eylemeli. Bu tür rüyâyı ustası, erbabı tabir etmeli. Aksi halde anlatmamak daha evlâ. Bununla beraber kötü rüyâyı bile iyi yorumlamak, hak teala’nın lütfuna güvenmek esas. Yine sadece bunlarla mezkur on iki sıfatın kendinde olup olmadığını bilmek zor. Bu derecede insanı devamlı iyi gösterir. Nice büyük sayılan ademoğlu var ki, emâre nefsin elinde oyuncağa dönmüştür. Ne de az olan bahtiyar müstesnâ.

Oku ve kıyas et nefsine. Güzel haldeysen şükrü artır. Yok, eğer kötüyse durumun kurtuluş için hepsinden mutlaka kâmil zâta teslim ol. O kâmil zât ki, perdeler ardındadır da, göremiyorum dersin…

Yer dar imiş. Bu kısımla iktifa etmeli. Müstakbel adedlerde nefs-i levvâmeden, mülhemeden, mutmainneden, râzıyeden, merzıyyeden, sâfiyyeden satır aralarız. Kelâm-ı âhir Şah-ı nakşibend rahmetullahı aleyhtendir: “Konuşmayı isteyenlerden dinleyeceğimiz bir şey, yalnız dinlemek isteyenlere de diyebileceğimiz bir şey yok. Sunulanı kabül edenlere ve hiçbir şeye sahip olamadım demeyenlere daha fazlası verilecek. Kendilerine sunulandan başkasını arzulayanlar hiçbir yerde tatmin olamayacaklar. Gümüş olmadığı için kendisine altın verilen kişiyi hatırlıyor musun? “Beyaz olmadığı için bunu harcayamam” demişti.

(hazırlığı süren bi dergiye yazılmış idi)
...........................................................................................
notasız notlardan -el ülâ-

uzandı akşamın serin dudağına/ Unutulmuşluğun pembe sesiyle.
(Hüseyin Alemdar, Ten kitabı)

şer’î deliller müctehidlere göre ne ise, müctehidlerin verdiği fetvâlar da avama göre odur..., Mukallidler(in)... dinî konularda başvuracakları merci mutlak surette âlimlerdir. O hâlde alimler mukallidler için şeriat, âlimlerin sözleri ise şeriatın düzenleyicisi mesâbesindedir.
(eş- Şatıbî, Muvafakât)

bir insanın damarları arka arkaya konsa dünyayı iki defa dolaşırdı.
(takvimin yalancısıyım)


gericiliğe ve ayaklanmaya neden olan bütün kuruluş ve yayınların idari kararla kapatılabilmesine olanak veren takrir-i sükûn kanunu kabul edildi.
(dünya almanak 2003)

ebu ubeyde bin cerrah uhut savaşında müşrik safında yer aldığı için babası abdullah bin cerrah'ı, hazreti mus'ab kardeşi ubeyde'yi, ömer radıallahü anh da dayısı asım bin hişam'ı öldürdü.
(kaynağı yazmamışım)

sado mazoşist fanteziler yanında ayrı ücretle zengin müşterilerimden ağızlarına sıçmamı isteyenler var.
(eskort kız melisa röportajı, hayvan dergisinden)

aşırı duyarlılık bir pasaport değil tuzaktır. bunu hemen farketmezsin. ilk yıllarda bu niteliğin övgü toplar. dünya tilkiler, sırtlanlar ve dirsek darbeleriyle doludur. sen yumuşak tüylü bir tavşansındır. asla ilerleme fırsatı bulamazsın. bu büyük tavşan mezarlığından yalnızca olağanüstü bir şeyler yapmayı bilenler sıyrılır.
(susanna tamaro, anima muındi)

moderleşme süreci üç temel kavramla yakından ilişkilidir; laiklik, endüstrileşme ve kentleşme.
(davranış bilimlerine giriş, AUY)

çıplaklığıma değdin/ ürkmüştü tarla kuşu/ bir bıçakla inceldim/ yaklaşıyordu zaman.
(zeynep köylü, ilk ağacı öperek, heves dergisi)

değişme ile ideoloji arasında sürekli bir etkileşme vardır. Bir toplum, teknolojik açıdan geliştiğinde, ideolojisi de buna paralel bir değişme gösterir. Buna göre ideolojiler sosyal değişmenin sonucu olarak ortaya çıkan düşünce hareketleridir. Eğer bir toplum dışarıdan teknoloji ithal ediyorsa, onunla beraber gelişmiş ülkelerin ideolojisini de benimser.
(Amiran Kurtkan, Sosyoloji)

yeryüzündekilerin çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.
(Kur’an-ı kerim, En’am 116)

mistisizmin iki karakteri vardır: pasiflik ve metotsuzluk. Mistisizmde insanın nereden başlayacağı ve nereye ulaşacağı pek bilinmez. Tasavvufta bidayet ve nihayet, başlayış ve kemâle ulaşma ile bu yolculuk esnasındaki metot çok önemlidir. Mistisizmde çalışma ve gayrete ihtiyaç yoktur, kişinin yaratılışının müsait oluşu yeterlidir..., Mistisizmde teknik kaidelere rastlanmaz. Halbuki tasavvufta tarikatların âdâb-erkân denilen hususî usûlleri vardır.
(Mustafa Tahralı, “Fransız Müslüman Abdulvahid Yahya (René Guénon’un) eserlerinde tasavvuf ve mistisizm farkı” ndan, Kubbealtı Akademi mecmuası sy: 4. Ekim 1981)

küfe'li Fuzayl b. Gazvân ed-Dabbî anlatıyor; "Ben, Abdullah b. Şübrüme, Hâris b. Yezit el-Uklî, Muğira b. Miksam ed-Dabbî ve Ka'ka' b. Yezit geceleri fıkıh müzakere ederdik. Sabah ezanını duyana kadar yerimizden kalkmadığımız olurdu." Bir rivayette şöyle geçer: "Bu sayılan kişilerin arasını sadece sabah ezanı ayırırdı".
(Hafız Ebu Hayseme en-Nesâî "Kitâbu'l-İlm" adlı eserinde, Dârimi "Sünen" kitabının "Müzâkeratül-İlm" babında, Hafız İbni Hacer "Tehzibu't-Tehzib" isimli eserinde; "Kâdı, fakih Küfe'li tâbii Abdullah b. Şübrüme"ninrh. (d.72-v.144) hayat hikâyesinden bahsederken)

türk toplumu, XIX. yüzyılda diğer birçok sosyal alanda olduğu gibi kültür ve edebiyat alanında da bir ‘transformasyon’ sürecine girmiştir. Bu sürecin izlediği ‘sath-i mâil’ dîvan edebiyatından, Batı edebiyatının gölgesinde teşekküle çalışan modern Türk edebiyatına doğrudur. (...) XIX. asır edebiyatçılarının bir çoğu, aynı zamanda Osmanlı modernleşmesinin öncü aydınlarıdır.
(M. Fatih Andı, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türk edebiyatı)

yüzünün uçurumuna indim/ acı ötüşüyle ayrılık vakti/ ölü bir kuşun.
(Kadir Aydemir, Tuzak; edebiyat ve eleştiri dergisi, 2004 Mayıs-Haziran sayısı)

atatürk’ün kafasındaki cumhuriyet demokratik bir cumhuriyet ya da demokrasi anlamında cumhuriyet değildir; millet, ulusal egemenlik, meclis, partiler, yöneticiler, muhalefet hakkındaki görüş ve tutumlarından çıkan net bilanço odur ki, bu cumhuriyet bonapartist ve plebisiter diktatoryal bir cumhuriyettir.
(Taha Parla’dan naklen. Mehmet Metiner, Kemalizm ve Demokrasi, Yeni Yüzyıl 22 Aralık 1994 )

yalandı küçük çocukları kandırıp benim yediğim/ eğer yüzüyorsam yalnızca derilerini/ üşüyeceklerse bir vedada/ iyi üşüsünler diyedir.
(Küçük İskender, Periler ölürken özür diler)

1960’ların “cinsel devrim”i cinsel özgürlüğe değil, travestiliğin hükümranlığına, kadın ve erkek kategorilerinin birbirlerine karışmasına yol açtı. “Sanatta devrim” ile iyi ve kötü gibi estetik düzeye dair kategoriler terkedilerek “kötünün de kötüsü” türünden trans-estetik kopyalar hayatlarımızı doldurdu. Sibernetik devrim, makine ile insan arasındaki ayırımı makine lehine ortadan kaldırmış; politakanın sonuna yol açan “politik devrim” ise eski politik biçimlerin simülasyonu olan “trans-polita”nın egemenliğini kurmuştur.
(Jean Baudrillard’ın Kötülüğün Şeffaflığı eserinden özetler... )

mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür, kabir ehli yaşayan insanları idrak eder ve seslerini duyarlar, dini devletten ayırmaya çalışmak açıkça küfürdür, tarih kitaplarının rivayetleri tenkitten geçirilmeden alınmamalıdır. Çünkü bu rivayetleri nakledenler arasında tekzip edilenler mevcuttur, bir kimsede küfrüne delalet eden 99 hususa karşılık imanına delalet eden bir tek husus bulunduğu takdirde onun mü’min olduğuna hükmedilir.
(Muhammed Zahid el-Kevserî, Makâlâtü’l Kevserî’den)


lemhât

el-evvel

Medresede evvabin kılıyorsun şimdi
Üstünde bordo viskon bir elbise var

es-sani

Yeşilpınar’da bir yokuş çıkıyorsun
Topukların hafiften vuruyor
Yanın da Kevser
Biri daha

es-salis

“Bir sa’ kuru üzüm (=2,917 kilo gr.)” diye not alıyorsun
Fıkıh mütalaası

er-rab’i

Alnın rahleye dayalı
Sokaktan su servisi geçiyor

el-hamis

Meryemnur haftasonu selefî biriyle tartışmasını anlatıyor
Sen kitap kenarına arapça bir şeyler karalıyorsun


nasıl bi dergi istiyorum? / bir sayı eskizi

Orpheus’tan Krishnamurti’ye Hermetik ve Sanskrit Öğretiye Giriş... 6-11

Fıkhî Mezheplerin Teşekkülünde Hadis ve R’ey Medresesi... 12-16

Türkiyede Etnik ve Dinî Gruplar Kullanma Kılavuzu... 17-34

Sosyo-politik Açıdan Karşılaştırılmalı Klasik Elit-Yeni Elit Teorileri... 35-39

Kuruluşundan Sebk-i Hindi’ye Divan Edebiyat Kronolojisi... 40-46

Antropolojide Geçim Modeli Olarak Adaptasyon Birimi ve Temel Evrim Kavramları... 47-52

Modern Sanat Algısı: Estetik Kaygısı mı, Kaygının Estetiği mi?.. 53-57

Dost-arabeksten post-arabekse Duygusal emperyalizm; Öteki Türkiye Ekmeğini Yiyenler... 58-61

Bonapartist ve Plebisiter Diktatoryal bir Yerli Prototip: Atatürk Cumhuriyeti... 62-67

Kadîm Arabî Mirasın Kesbinde Tercüme Vakıası (eleştiriler-çözümler)... 68-73

Bir Avrupa Kültür Tarihi Okuma Denemesi (Isparta ve Atina Sitelerinden İrrasyonalist Eğitime)... 74-79

Yeni Başlayanlar için Allah celle celâlühû ve tekaddes hazretleri (Alternatif bir İslam İlmihaline Doğru)... 80-86


hayli hasbî ve hamasî hal dökümleri

c
et pek hoşuma gitmiyo. yemek falan da ayırt etmem aslında.
f
uyuz bi hüzüncülük hakim. formlarda bloglarda bilassa. salya sümük ayrılık özlem şiirleri tutunamamış sefil yazıları. ucuzluk pit pazarcılık ne alırsan bi liracılık.
d
uzun zamandır üstüme başıma bişe almıyom. hele kaç yıldır dooru dürüst ayakkabım olmadı. s sağolsun. arada kullandıklarından veriyo bi kaç bi şe.
g
parasızlık ciddi sorun. aazı bozuyo bi kere. amına koyiim.
o
ben ne zaman sevişcem yaa.
s
o kadar statik, o kadar monoton yaşamaya başladım ki. sayılı kişileri görüyo, sayılı şeyleri yapıyorum. ciddi okumayı da boşladım. cepten yiyorum. zaten ne bok biliyodum.
g
farklı karekter de, farklı alanda tanışlarım var. çoğu da beni tam kafaya göre, tam kendine göre sanıyo. bu uyumu da ben saalıyorum aslında. kimin yanındaysam onunla bütünleşiyorum. pek çok kişiliğim var. kendi özüm neredeyse yok. bu yüzden karekterime ilişkin kesin sorulardan, duygu düşüncelerime dair evet hayır gibi kısa öz cevaplardan hoşlanmam. kolpacı tırsağın tekiyim belki.
l
bi konuda ne kadar kibirli ve benlik doluysam karşı tarafa o kadar alçak gönüllü ve pazarlıksız davranırım.
h
yaşadıklarım birlik beraberlik, duyguları açıkça belirtme (hele ağlama ve kahkaha!), bekleme, katlanmak/direnmek zorunda olma... gibi şeylerden nefret etmemi sağladı.
o
islam'a bağlılıım olmasaydı sapık bi sanatçı ya da anarşist bi eylemci olurdum herhalde. o kadar öfke, kayıtsızlık ve öç doluyum ki.
j
elimde olsaydı insanların ihtiyaçlarını ve aralarındaki ilişkiyi en aza indirecek dünya düzeni kurardım. "ben"in karşısında sırıtan her türlü "öteki"yi yoketmek istiyorum.
j
insanları ööle küçük gör, ööle adi ve ucuz gör ki yüzlerine mütebessim, sevgi dolu ve anlayışlı bakmana hiç bir şe engel olmasın. işte bu.
d
komik geliyo artık hayattan aşktan ölümden gerçekten falan konuşmak.
j
dosta değil düşmana ihtiyacımız var, bilgiye değil düşünmeye ihtiyacımız var, özgürlüğe değil bağımlılığa ihtiyacımız var, konuşmaya değil eyleme ihtiyacımız var valla da billa da.
k
önce kabullen! ama bu çok zor.
h
neyi arıyosun biliyonmu? elbette bilmiyorsun. çünkü birini değil, hepsini arıyorsun.
d
bi soruya ne kadar geç yada uzun cevap veriyosan o kadar yavşaksın.
ı
her zaman sonrası vardır. asla bunu farketmezsin. o an ona yenik düşersin. ona işte, o şeye.
h
hala ayak tırnaklarımı yiyorum ve hala zevkle.
f
bilgisayar bağımlısı oldum sanki. onu kapatıp kitap okuduğum, deftere bi şeler yazdığım neredeyse hiç olmuyo. yakında geçeceğini biliyorum, olan yine vakit kaybı.
s
normalden, kayıttan, koşuldan, sınırdan öyle sıkıldım ki. imla bi tanesi de. bilassa edebiyatçılar bi abartıyolar bi abartıyolar ki şu gramere uygun yazmayı konuşmayı. uyuz oluyorum harbi. yok anlam kaybına, yok kültürel deformasyona, yok bilmem neye yol açıyomuş. sadece kelimeler arasındaki aralığı kabül ediyorum, çok zorlasalar bi de noktayı. örnek veriyorum: yazdığım sözcükler dilsel iletişimde tinin etkileşimin önüne geçen biçimsel gramer kurallarının işlevsel olmadığı kısa bir kompozisyon örneğidir. n'oldu yani? anlaşıldı işte bal gibi de. alla alla yaa. ölçü şu (mu?) olmalı: diğer her şeyde olduğu gibi yazıda da anlama en az yük olan biçim/imla geçerlidir.
g
en üstün olan en çok acı çekendir mi demeli?

d
şiirlerimi kitaplaştırmaya yüreklendim. düzgün bi çıkış alıp dosyaladım bile. nası yapacağıma ilişkin hangi seçeneği izleyeceğim diye düşünüyorum. öyle kalır belki. vazgeçerim.
k
oysa ne çok ağlamıştım onun için. allah biliyo.
h
dün pendik'te, y. abinin dükkanında elime geçen yeni şafak kitab dergisi ekinden not aldım. şerif mardin'in bütün moderleşme serüvenimize ilişkin bir saptaması: "onların (batının. m. alp) bize bakmasından yola çıkarak bizim kendimize bakmamız hali."

...........................................................................................................
el-muhtarât mine'l menâkıb

01]
Dedi: “Hikmet kitabını yüz altına satacağım ve bazı insanlar bunun ucuz olduğunu söyleyecekler.”
Ve dendi: “Ben de o kitabı anlama anahtarını vereceğim ve bedava olmasına karşın hemen hemen kimse almayacak.”

2]
On dokuzuncu yüzyılda, seyahat etmeyi çok seven bir gezgin Anadolu’da bir Allah dostunun yaşadığı şehre uğrar ve onu ziyaret eder. Mübarek velinin evinde yalnızca kitaplar, bir masa ve bir oturak vardır. Gezgin sorar: - Ey Allah'ın sevgili kulu! Senin eşyaların nerede? Veli cevap verir: - Asıl seninkiler nerede? - Benimkiler mi? Ama ben burada yalnızca bir yolcuyum. - Ben de... der veli.

3]
Hakikat sevdalısı üç derviş büyük sûfi mîr Ali Nevaî’nin evine gelirler. Üstaddan kendilerine seyr-i sülûk yolunda yardım etmelerini isterler. O da onları bahçesine çağırır. Eline kuru bir dal parçası alıp çiçek tarhları arasında dolaşarak en uzun bitkilerin çiçeklerini sopayla parçalar. Eve döndüklerinde üstad dervişlerin arasına oturarak, “yaptıklarımın anlamı nedir? Hanginiz bunu doğru şekilde yorumlayacak? diye sorar. Birinci derviş, “benim yorumum şöyle der.” “Başkalarından daha çok bildiklerini sananlar sırlar yolunda onlarla bir düzeye gelmek zorunda kalabilirler.” İkinci derviş de, “görünüşte güzel olan şeyler tümü ele alındığında önemsiz olabilir.” yorumunu yapar. Üçüncüsüyse şunu der, “ben bu yaptığınızı ‘ölü bir şey, hatta tekrarlanan bilgiye sahip bir değnek bile canlı olana zarar verebilir,’ diye yorumluyorum. Üstad bunlar üzerine, “anlamlar aranızda paylaşıldığı için hepinizi yanıma alıyorum, der.” “Hiçbiriniz hepsini bilmiyorsunuz; elinizde olanlar tam değil, ama her birinizin söylediği doğru.”

4]
Veysel Karani Hazretleri bazen sehere kadar secdede, bazen sabahlara kadar rükûda kalır. 'Bırakın üç kere Sûbhane rabbiyel âla demeyi, ben bir keresini bile beceremiyorum' diye yakınır. Eh, onun özlediği ibadet meleklerinkinden farksız olmalıdır. 'Namazda huşû öyle olmalıdır ki' der: 'Bağrına bıçak sokulsa duyulmaya.'



Biri sorar:
'Nasılsın?'
Cevap manidardır:
'Akşama çıkacağını bilmeyen biri nasıl olursa!'



Sevenleri ısrarla nasihat isterler. O gülümser: - Allahü teâlâyı bilir misiniz? - Evet biliriz. - Öyleyse başka şeyleri bilmeseniz de olur. - Aman efendim bir nasihat daha. - Allahü teâlâ sizi bilir mi? - Elbette bilir. - Öyleyse başkaları bilmese de olur.

Mübarek, Allahü teâlâdan çok korkar ve buyurur ki: İnanın, Allahü teâlâ'yı tanıyana gizli kalmaz. …

Veysel Karani hazretleri hayatını kendi ifadesiyle şöyle hülâsa eder. 'Yüksekliği tevazuda buldum, liderliği nasihatte... Nesebi takvada buldum, şerefi kanaatte... Rahatlığı zühdde buldum, zenginliği tevekkülde.

..........................................................................................................

kişisel kitaplığım

kütüphanemdeki eserleri yazıcam buraya fırsat buldukça. ama sağa sola verip de alamadığım çok kitabım olmuştur biliyo musun. bi insan zaten ödünç verdiğin kitabı uzun zamandır vermiyosa okumamıştır da onu. kitapta falan gözü yoktur yani aslında. hiç acımıcan baltayı vurduğunda demek istiyorum.

1- biz de duvar yazısıyız (türkiye'de graffiti), metis yayınları, 1989:

graffitilere, özdeyişelere, epigraflara, sloganlara özel ilgim var. avrupa'daki duvar yazılarına ilişkin bi kitaptan sonra almıştım bu eseri. yurdun muhtelif nahiyelerinden gönderilerin derlemesi. eski de kaldı gerçi bu tür. el'an mahsus siteler var bu işe dair. zaten kesmemiş, kendimi duvar yazısı üretmeye icbar etmişti eser. yanına not almışım aklıma geldikçe bi şeler. bi iki tanesi mesela: "vergimi ödüyorum çünkü ben bir malım", "müslümanların çükü birbirine kalkıyor" (z. abiden esinlenerek...)
[tam listeyi yazıp ardından herbirine küçük beyanlar iliştirsem daha muvafık ve salih olacak herhal.]
2- islam inkılabına bakışlar (bir dosta mektuplar), nahid dinçer, kayıhan yayınları, (basım tarihi yazmıyo, 80 ortaları olmalı):
3- islam'da kadın, bekir topaloğlu, yağmur yayınları, 1992:
4- islam'ın kadına ve aileye kazandırdıkları, fehremez sercan, temel neşriyat, 1986:
5- telkin ve hipnozla öğrenme teknikleri, adil maviş, hayat yayıncılık, 2001:
6- karanlığın günü, leyla erbil, iş (bankası)kültür yayınları, 2002:
7- brecht'in güncesi, (çeviren) yüksel pazarkaya, düşün yayıncılık, 1996:
8- el-ihtiyâr, imam masvilî,(çeviren) ibrahim akbaba, âlem yayınları, 1993:
9- türkler, h.a munro butler johnstone, (çeviren) yrd.dç.dr. hüseyin çelik, diyanet vakfı yayınları, 1996:
10- temel bilgiler ansiklopedisi, milliyet gazetesi, 1991:
11- kâh ve rengi, onur caymaz, hera şiir, 2000:
12- güzel konuşma pratiği, cevdet tellioğlu, timaş yayınları, 1997:
13- sıcak tanrıdan soğuk ekmek, veysel dikmen, cem yayınevi, 1993:
14- türk sanatının abc'si, yaşar çoruhlu,simavi yayınları, 1993:
15- kitle kültürü ve bireysel kültür, lous dollot, (çeviren) özlem nudralı, iletişim yayınları (cep üniversitesi), 1994:
16- nafaka kanunu (osmanlı kanunları serisi: 3), orhan çeker, ebru yayınları, 1985:
17: imâm-ı rabbânî ve islâm tasavvufu, hayreddin karaman, nesil yayınları, 1992:
18- nefsin terbiyesi, mehmed zahid kotku, seha neşriyat, 1994:
19- itiraflarım, tolstoy, (çeviren) dr. orhan yetkin, kaknüs yanınları, 2000:
20- ilimlerden maksat, hasan ali yaşar,(kişisel basım),(yayın tarihi yazmıyo, 2005/6 olmalı):
21- canlılar âlemindeki hikmetler (cilt:2), mustafa doğan tanju,(kişisel dağıtım, baskı; gül matbaası), 1985:
22- savaş sanatı tarihi, john keegan, (çeviren) fusun dorukel, yeni yüzyıl tarih dizisi, 1995:
23- islam devlet yapısı, m. beşir eryaysoy, buruc yayınları, 1995:
24- radyasyon ve miniklerin evreni, onk. dr. hauk nurbaki, damla yayınları, 1987:
25- alternatif tıp, andrew stanway, (çevirenler) alp aker, arif kut, alptekin okçu, insan yayınları, 1992:
26- devrimlere tepkiler ve menemen provakasyonu, mustafa islamoğlu, denge yayınları, 1998:
27- demokrasi risalesi, yaşar kaplan, hüner yayıncılık,1992:
28- yazı ve karakter (el yazısının tanımı), le senne, crepieux jamin h .hertz, altınköprü yayınları,1981:
29- aya yolculuk, jules verne, serhat yayınları, 2003:
30- islam dünyası nereye gidiyor, sadık albayrak, araştırma yayınları, 1991:
31- cihad, bekir ali bilgiç, bahar yayınları, (baskı tarihi yazmıyo, 89 olmalı):
32- alla ve modern bilim (2 cilt), abdürrezzak nevfel, (çeviren) akif nuri, hikmet yayınları, 1979:
33- marifet ve hikmet, ibn arabi, (çeviren) mahmut kanık, iz yayıncılık, 1997:
34- yanılsama zinciri, erich fromm,(çeviren) akın kanat, ilya yayınevi, 2001:
35- laiklik, inanç, düşünce ve ifade hürriyeti, prof. dr. zeki hafızoğulları, us-a yayıncılık, 1997:
36- modernizmin islam dünyasına girişi, m. muhammed hüseyin,(çeviren) sezai özel, insan yayınları, 1986:
37- devlet ve zihniyet, mustafa miyasoğlu, elifbe yayınları, 1980:
38- afgan cihadında rahmanın ayetleri, dr. abdullah azzam, (çeviren) ahmet pakalın, ravza yayıncılık, (baskı tarihi yok. 90'ların ortası ollmalı):
39- eski türkler, prof. ahmed djvad, yağmur yayınları, 1978:
40- türkiye'de işçiler, eyşe nur erten, yeni yüzyıl kitaplığı, (basım tarihi yok, 80'lerin sonu olmalı)
41- ortak pazar, jean-françoıs denıau, gerard druesne, (çeviren) lerzan özkale, iletişim yayınları - yeni yüzyıl kitaplığı, basım tarihi yok, 80'lerin sonu olmalı:
42- keşifler ve icatlar, jean-loıs besson, (çeviren) nedim kula, tübitak, 2005:
43- felsefe tarihi sözlüğü, hatemi senih sarp, ataç kitapevi, 1960:
44- türkiye'de çevre,doç dr. ömer kuleli, doç dr. arslan sonat, yeni yüzyıl kitaplığı, basım tarihi yazmıyor, 2000'lerin başı olmalı:
45- devrimler sosyolojisi, andre-clement decoufle, (çeviren) mehmet aközer, iletişim yayınları, 1991:
46- türkiye'de spor, ergun hiçyılmaz, yeni yüzyıl kitaplığı, baskı tarihi yok, 90'ların sonu olmalı:
47- din ve devlet ilişkileri, doç dr. abdülaziz bayındır, dağıtım: süleymaniye vakfı, 1999:
48- sosyalizm, georges bourgın, pıerre rımbert, (çeviren) dr. yaşar gürbüz, remzi kitapevi, 1974:
49- akşama doğru (toplu şiirler III), ilhan berk, yky, 2001:
50- çağdaş sanat felsefesi, adnan turani, remzi kitapevi,1998:
51- mantık, a. kadir çüçen, asa kitapevi, 1997:
52- güzellik uykusu, ibrahim tenekeci, birey yayıncılık, 2002:
53- türkiye'de demokrasi,derleme, yeni yüzyıl kitaplığı, 1994:
54- insan psikolojisi üzerine etüdler, prof. muhammed kutub, (çeviren) dr. bekir karlığa, işaret yayınları,1992:
55- türk edebiyatından seçme hikayeler (2 cilt), erhan sezai toplu, meb, 2000:
56- reklamcılık, armand matteralt, (çeviren) fatoş ersoy, yeni yüzyıl kitaplığı- iletişim yayınları, baskı tarihi yazmıyo, 90'ların ortası olmalı:
57- kadın hakları, ney bendason, (çeviren) şirin tekeli, yeni yüzyıl kitaplığı- iletişim yayınları, baskı tarihi yazmıyo, 90'ların başı olmalı:
58- romeo ve juliet, w. shakespeare, (çeviren) yusuf mardin, meb, 2001:
59- iman hakikatiyle idrak ve şiirler, hızır ali muradoğlu, suhuf yayınevi, 2006:
60- şiir ve mutlak, ismail süphandağı, iz yayıncılık, 1999:
61- ars moriendi, cahit ırmak, est non - kaknüs ajans, 1999:
62- islam medeniyeti üzerine, imadüddin halil, (çeviren) mehmet yolcu, madve yayınevi,1987:
63- cezaevi şiirleri antolojisi, fehmi uzel-halil ibrahim özcan, sorun yayınları-melsa, 1992:
64- şiir dili ve çevirisi, doç. dr. m. osman toklu, akçağ yayınları, 2003:
65- yüzyılın kültür ve sanat kronolojisi, selçuk mülayim, kaknüs yayınevi, 1999:
66- kelimeler kavramlar, yusuf kerimoğlu, inkılab yayınevi,1997:
67- tarih-i islam, mahmut es'ad, matbaa-i hayriyye,1328:


dur, daha var...
.........................................................................................................................................................

böyle bir şiir! [örnek dizeler]

derin bir adım daha at/ertele içimdeki uçurumları >
Altay Öktem,

yürüyorum aynı duvarı kaç kez/ kurumuş ağaç suretinde gölgem/ mahşerin atları geçiyor, acıdan eyerleri/ bir suyun yoğun sessizliğine düşüyorum/ açılıyor hiçliğin kapısı/ oysa hazır değilim.>
Mehmet Kazım, Kuyu

düşmanın üstüne gidemiyorsan eğer/ eğer "yaradandan" çok korkuyorsan ondan/ kölece de olsa yaşama tutkun/ aşkınsa yaradana sevginden/ ve fikir dediğin eğer/ kaçanın can simidi/ kuş tüyünden bir yataksa/ öfkeden ıraksa, sığınaksa/ ve inanç dediğin/ yürüyeni durdurmaksa/ sen! kötü kadından beter/ git kuyruk salla düşmanına/ yaran, zararsızlığını göster/ ve seyret elde silah döğüşeni.>
Salih Mirzabeyoğlu, Moro Destanı

harften harfe, geç etini tara/ toprağa katıl, unut bedenini/ gecenin içinden gelen kıvılcımlarla/ halka ulaşan sesim ol, insanlara öğüt sun/ dua et, muskalara sarınsın bedenin/ yüzülen derine şifa aransın/ kelimesiz harfsiz yakarılarını/ iletir kelam katına/ sessiz bir çığlık yeter.>
Ali Sali, Telbis-ü iblis

güneş/ bırakıyor gülüşünü/ üzerinde/ taşın>
Kadir Aydemir, Parlak ve Öylesine
seçkin/ bir kimse değilim/ ismimin baş harfleri acz tutuyor /bağışlamanı dilerim / sana zorsa bırak yanayım/ kolaysa esirgeme.>
Cahit Zarifoğlu, Sultan

aslında ben daha güzel ölürdüm/ arka bahçede askercilik oynarken/ tahta tüfeğimle toprağa uzanır/ annemin sesiyle doğrulurdum hemen/ -çabuk kalk üstün kirlenecek hınzır!/ yerdeyim yine bak anneciğim/ n’olur kızma adımı çağır.>
Sunay Akın, Cephede

toprak uzakta kaldı/ elif artık cüzlerde/ ve koçun kanı/ dönüp duruyor mersedesin tekerleğinde/ yazık, her şeyi hapsettiler/ ırmakları kartpostala.>
İbrahim Tenekeci, Peltek Vaiz

uzandı akşamın serin dudağına/ unutulmuşluğun pembe sesiyle.>
Hüseyin Alemdar, Ten Kitabı

dünya işte çürüyen kemikleriyle dünya. (…) oysa adı mı unutmadım zorlandım döktüm içimi/ çekip gittim gözlerimi akıtarak kederden/ koştum dönüp yüreği me kapandım/ tenimde biraz gurbet biraz dünya kokusu. (…) ve bir ceset olarak döndüm tüm içli şarkılardan.>
Sıktı Caney, Tufan

sevgili perçemin yüzüme düştü/ kalbimin en derin yerine düştü/ ve sabah yıldızı döndü dolaştı/ kimse siz çocuklar evine düştü/ kurdu yüceltilmiş sarp otağını/ yürüdü, yürüdü dağlar üstüne/ parçalanmaz sanılan ağlar üstüne/ yaslı annelerin önüne düştü/ kara ormanların uğultusunu/ kuruyan otların en kurusunu/ yalaz başakların sarartısını/ ağaran gönüller savruntusunu/ yeşertti, yeşertti eline düştü.>
Alâeddin Özdenören, Büyük Doğu

eli boş gidilmez gidilen yere/ rabbim, boşgelmedim ben, suç getirdim/ dağlar çekemezken o ağır yükü/ iki kat sırtımda çok güç getirdim.>
M. Tahir Olgun

suyun suya bölündüğü yerden/ ayrıldım ikiye/ yolbilmezlerden öğrendiğim en sontarifi sakladım özenle/ herkes gibiydim/ bir ölümlüyle bağlıydım kalbime/ ellerimde gümüş şamdanla dolaştım/karanlığınla ışığın peşpeşe kurduğum/ nedense oyunlar ilgisini çekmedi kimsenin/ eğildim öptüm eteğini şeyhimin/ yıldızlar boynunu büktü öldüm/ hiç kimse bilmese de olur yılanların kendi hikayesini/ kimi tanıdıysam biraz oydum/ gidip vardım huzura/ ah, içimi içimde oydum.>
Metin Kaygalak, Yüzümdeki Kuyu

yaşlı atı sulamayı unutma/ örmeye de atkılı ekle/ sandığın içinde olacak/ gölge insin/ gelirsen/ nehrin kenarında olurum/ ıslık çalıyorumdur/ çimlere uzanmış/ saçlarını çözersin/ usulca/ sular artar.>
Kazım Sözak, ...
(hayatımda hiç bi şiir bu kadar hoşuma gitmedi. rüzgar yaşam seçkisi'nde okumuştum evvel zaman içinde. adı yoktu. yazara ait başka ürün bulamadım eldeki kaynaklarda. bu şiir bi başka.)

o gece buladım ellerimi dudaklarına/ rüzgar camlara dayandı/ rüzgar seyretti durdu tenini/ etinin rengiyle büyüdüm/ etinin suyuyla yoruldum/kadife çarşaflara sardım seni/inci damlattım kirpiklerine/uyudun/yabancı bir dile çevirir gibi ağzını/ öptüm seni öptüm seni/ nöbetini tuttum yüzünün/ o gece buladım ellerimi dudaklarına/ sen kaçıp gidip/ kaybolan bir balonmuşsuncasına/ kaçıp giderken parmaklarımdan/ kaçıp giderken anlaşılmazlıklara/ dingin ve solgun/ yanına uzanıp sana ben/ hint masalları okudum/ rüzgar daha fazla bakamazdı/ rüzgar daha fazla yakamazdı saçlarının ıslaklığını/ bir bez buldum kasıklarını sildim/ etinin buharıyla buğulandım/ etinin uydusu oldum/ sakın ağlama dedin/ odadan çıkıp bir sigara yaktım/ bir sigara yaktım/ içemedim/ sigarayı soyulmamış bir portakala bastırdım.>
Küçük İskender, Dört Yüz Elli Bir

hadi git azıcık istanbul iste/ kosunlar o denizi bir çanağa/ bir çıkına elesinler o günlerimi/o yazdan/ üsküdar'dan ne kaldıysa elif'ten/ doldur ceplerine/ onlarda yoksa komşularında vardır/tanırlar sevinirler/ beni bay metin gönderdi, de.>
Metin Eloğlu, Yitikçi

beni hatırladıkça/ arasıra gönlümü al/ sokakta görünce, gülümse/ yanıma yaklaş/ az elin elimde kal.>
Ziya Osman Saba, Yetişir

ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum/ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz.> Cemal Süreya, Gül

kış bitti/ bütün mevsim/ çatlak kemiklerimden sızdı rüzgar.>
Nihat Ateş, Mutfağımda Sarkıtlar

sinemalara gittim ah o yırtık/ afişler duruşum yağmur yağdı hep/ sakal bıraktım inadına kesmedim saçlarımı/ uzamış çiçek sapları/ tuttum aşık oldum kime baksam kör/ kim baksa dokunamaz ürperir sularıma/ o ise yazdı.>
Onur Caymaz, Kâh ve Rengi'den


her gün beş kelime
14.08.07 salı
1-avitaminoz: Vitaminsizlik. vitamin eksikliği.
2- kuz: Kuytu, az güneş alan yer.
3- püsür: İlâve, ek ayrıntı, teferruat.
4- kamelya: Çaygillerden bir ağaç ve bu ağacın sarımsı, beyazımsı, kırmızımsı büyük ve güzel çiçeği; Çin gülü, Japon gülü. (ahşap, çatılı oturma yerleri aslında "kameriye"dir.)
5-neoplazma: Marazi doku gelişmesi, tümör, ur.

15. 08.07 çarşamba
1- peyman: Yemin, and.
2- güneç: Güneş vuran yan.
3- seksiyon: Kısım, bölüm.
4- dolorizm: Olgunluğa götürecek tek yolun acı olduğunu benimseyen, ıstırap çekmeyi esas alan doktrin.
5- sıngın: Kırık, mağlup, perişan, hezimet.

şimdilik bu uygulamaya son verildi
.................................................................................................................................








Bu blogdaki popüler yayınlar