İslami ilimler literatürüne giriş (I)
Hamdimiz Allah’a, salât ve selamımız Rasülullahadır.
İlimlerin
tasnif veya taksimi meselesi
Alimlerimiz
ilimleri muhtelif nokta-i nazarlardan farklı taksime tabi tutmuşlar. Keşşafü
Istılahâti’l Fünûn’da Tehanevi nazari-ameli, âli (başka bir ilme aracı)-ğayri
âli, şeri-ğayri şeri ve akli-nakli gibi taksimlerin varlığından bahsederken, bir
başka literatürist Taşköprüzade el-Miftah’ta varlığın kitabet, ibare, zihin ve
somut (a’yân) mertebeleri üzerinden tasnif metodunu izler. Ebdecü’l-Ulûm sahibi
Sıddık el-Gınnevci’nin de tercihe şayan bulduğu bu metoda göre, ilk üç
katagoridekiler alet ilimleri, a’yân
katagorisi ise nazari-ameli (tahsilden maksad doğrudan kendisi olan ve olmayan)
ve yine herbiri şeri-akli olması yönüyle şeri ve hikemi ilimlerdir. Taşköprüzade
mevzuu, müsennafatı ve isimleri tetebbu ettikten sonra ilimlerin totalde 150 neviye
ulaştığını ve sayının daha da artabileceğini kaydeder. (bkz. Ebdecü’l Ulûm,
Sıddık bin Hasen el-Gınnevci)
İlmin birbiriyle
bağlantılı birçok meseleyi havi müstakil bütünlük dışında, kimi zaman belli meselelere
de kullanıldığını ve ıstılah farklılıklarını hesaba katarsak, tasnif-i ulûm
meselesindeki ihtilafı anlayabiliriz. Bu açıdan yazıda konvansiyonel katagorilendirmeyi
bir kenara bırakarak, şeri ilimler deyince bugün anlaşılan tefsir, hadis, fıkıh
ve akaidin ve bunların usül ilimlerinin doğuşlarından bahsedeceğiz.
İlimlerin
tedvini
Ayrı
başlıklar halinde ilimlere geçmeden evvel şu bilgiyi tazeleyelim: İlk asırda
bildiğimiz anlamda hiçbir ilim tedvin ve telif edilmemişti. Malümat satırlarda
değil, sadırlardaydı. ‘Genel anlamda’ Kuran-ı Kerim dışında birşeyin yazıyla
kaydedilmesine bizzat nebevi emirle müsaade edilmezdi: “Benden (Kuran dışında)
bir şey yazmayın. Kim benden Kuran dışında bir şey yazmışsa, derhal silsin.
Benden söz (hadis) aktarmaya gelince, bunda sorun yok, yapabilirsiniz. Ama kim
bana söylemediğim bir sözü isnad ederse, cehennemde yerini hazırlasın.” (Müslim)
Kuran’la başka bir şeyin karışma endişesinden olduğu anlaşılan bu genel ihtar
dışında, Abdullah bin Amr bin As gibi bizzat Efendimiz Aleyhisselamın “yaz,
canım elinde olana andolsun ki, ([ağzını işaret ederek] ondan veya) benden
ancak hak söz çıkar” (Ahmed, Ebu Davud) onayıyla dediklerini kaydettiği sayfaların
(Sahife-i sadıka) bulunması, tedvin bağlamında sözlediklerimize engel teşkil
etmez. Benzer sayfaların Sad bin Ubade ve Abdullah bin Ebi Evfa’da da mevcut
olduğu kaydedilir.
Sahabenin
dini malümatı hıfz ve rivayet yoluyla muhafazası, Hazreti Ali devrine kadar
devam eder. Bizzat halifenin Ebu’l Esved ed-Düeli’yi nahiv ilmine dair bir
takım kuralları yazıya geçirmekle görevlendirmesi, ilimlerin tedvin ve telif
sürecini başlatır. Hemen akabinde Emeviler döneminde Ömer bin Abdulaziz’in
hadislerin kitapta toplanmasını istemesiyle ivme kazanan süreç, Abbasiler
devrinde özellikle arabiyat ve felsefiyat sadedinde zirveye varır. Bu kısa hatırlatmadan
sonra tefsirle ilimler özeline girelim.
Tefsir - Ulûmü’l Kuran: التفسير وعلوم القرآن
Tefsiri
ve daha genel çatısıyla Kuran ilimlerini önceleyişimizin nedeni, başka bütün
ilim ve hatta fehimlerin Kuran-ı Kerim menbaından beslenmesidir. Abdullah İbni
Mesud radiyallahü anh, من أراد العلم فليثور القرآن فإن فيه علم
الأولين والآخرين
“kim ilim istiyorsa Kuran’ı araştırsın. Çünkü öncekilerin ve
sonrakilerin ilmi ondadır” buyurur. (Beyhaki, Medhal; İbni Mübarek, Zühd) Yine
İmam Şafii : جميع ما تقوله الأمة شرح للسنة وجميع السنة
شرح للقرآن وجميع القرآن شرح أسماء الله الحسنى وصفاته العليا “ümmetin bütün
söyledikleri Sünnet’in, Sünnet’in bütün ortaya koydukları Kuran’ın, Kuran’ın
herşeyi de Allah’ın esmai hüsnâsının ve yüce sıfatlarının şerhidir” der.
(Zerkeşi, el-Burhan fi Ulûmi’l Kuran)
Ulûmü’l
Kuran terkibi, esbab-ı nüzül, nasih ve mensuh, muhkem ve müteşabih, müşkil ve
garip, emsal, ahkam, irap, kıraat ve fezail gibi pek çok alt-ilmi içine alan
bir ilimler menzumesi. Ez-Zerkeşi el-Burhan’da 47 Kuran ilmini tafsilatlandırırken,
kadı Ebubekir İbni Arabi’nin Kuran ilimlerinin 77450 kadar olduğu yönündeki
görüşünü nakleder. Bu sayı, Kuran-ı Kerim cümlelerinin dörtle çarpılmış
halidir.
Tefsirden
çok daha geniş bir yelpazeye sahip olan Ulumü’l Kuran alanında ilk müstakil tedvin,
hicri üçüncü asırda Muhammed bin Halef el-Mirzeban’ın (309) kaleme aldığı
el-Havî fi Ulûmil Kurân kitabıdır. 27 cüzden oluşan el-Havi’nin peşine, yazarın
asırdaşı Ebubekir el-Enbari’nin (328) Acâib-i Ulûmi’l Kurân’ı gelir. Hicri
altıncı asırda İbnü’l Cevzi’nin (597) Fünûnü’l Efnân fi Ulûmil Kuran’ıyla
gelişen Kuran ilimleri, nihayet sekizinci asırda Bedreddin Zerkeşi’nin (794)
el-Burhan fi Ulûmil Kuran kitabıyla kemal bulur. Zerkeşi Kuran ilimleri
sahasında Suyuti’nin (911) el-İtkan’ı başta olmak üzere kendisinden sonraki
eserleri büyük ölçüde biçimlendirmiştir.
Yekpare
bir ilim veya ilimler menzumesi olarak ulûmü’l Kuran’ın doğuşu böyle olmakla
birlikte, alt-ilimler noktasında telifler daha eskiye uzanır. Sözgelimi Kuran’ın
tefsiri özelinde ilk teliflerin Mukatil bin Süleyman’a (150), Süfyan
es-Sevri’ye (161), Veki’ bin el-Cerrah’a (197) ve Süfyan bin Uyeyne’ye (198)
ait olduğu kaydedilir. Sahabe ve tabiin görüşlerini cemeden bu eserlerin
ardından üçüncü asırda İbni Cerir et-Taberi’nin (310) Camiu’l Beyan fi Tevili’l
Kuran adlı kapsamlı çalışması gelir. Taberi tefsiri, serdettiği rivayet zenginliğiyle,
tercih ve ictihatlarındaki dirayet derinliğiyle mesur tefsirlerin çığır
açıcısıdır.
Zerkeşi’nin
el-Burhan’da التفسير علم يعرف به فهم كتاب الله المنزل
على نبيه محمد صلى الله عليه وسلم وبيان معانيه واستخراج أحكامه وحكمه şeklinde tarif ettiği tefsir ilmi, Taberi’den
sonra rivayet ve dirayet - re’y ve nakl ekolleri ana güzergahında hayli ürün
verir. Her müellif ihtisas sahasına göre tefsirinde temeyyüz etmiştir. Bu çerçevede
Zeccac ve Vahidi’nin tefsirleri garip kelime ve nahvi tahlil yoğunluğuyla,
Sa’lebi kısas, Zemahşeri beyan, Fahru’r Razi kelam ve akliyyat yönünün baskın
oluşuyla ünlüdürler.
Kuran
ilimlerinin tefsir alt-katagorisi dışında esbab-ı nüzül sahasında ilk defa Ali
İbnü’l Medini’nin (234) nasih ve mensuh sahasında Ebu Ubeyde bin Sellam’ın
(224), müşkil, garip, mecazü’l Kuran sahalarında İbni Kuteybe’nin (276), ıcazü’l
Kuran sahasında Rummani (384) ve Hattabi’nin (388), kıraat sahasında Ebubekir
Ahmed bin Mücahid’in (324), fezail sahasında Ebu Ubeyde (224) ve Nesai’nin
(303) çalışmalarıyla karşılaşıyoruz. (bkz. El-Medhal Liderâseti’l Kurani’l
Kerim, Muhammed Ebu Şehbe; Fünûnü’l Efnân fi Ulûmil Kuran mukaddimesi, İbnü’l
Cevzi)
Hadis
- Ulûmü’l Hadis: الحديث وعلومه
Dünya
ve ukbanın maslahatına dair, gerek adâbın talimi, gerek ahkamın tafsili ve
gerekse ayâtın tebyini kabilinden olsun; Nebi sallallahü aleyhi vesellemden
gelen her tür fiil, kavil, takrir veya hılki ve huluki vasıf anlamında sünneti
nebeviyye, teşri-i İslamiyyenin ikinci kaynağıdır. Necm suresi 3 ve 4., Bakara
suresi 129 ve 151., Nisa suresi 113., Ahzap suresi 34. ve Cuma suresi 2. ayetleri,
Kuran’ın metlüv, Sünnet’in de gayri metluv bir vahiy olduğunu gösterir. İmam Şafii
rahimehüllah bu ayetlerdeki ‘kitab’ın Kuran, ‘hikmet’in ise, güvenilir ilim
ehlinden duyduğuğuna göre sünnet olduğunu, zaten kitapla bitişik gelen bu tür
ayetlerde hikmeti sünnet dışında anlamanın mümkün olmadığını vurgular. (er-Risale,
111) Kaldı ki, “Dikkat edin! Bana kitap ve onunla birlikle benzeri bir şey daha
verildi.” (Ebu Davud, Tirmizi) ve “Allah bana Kuran’ı ve onun benzeri bir
hikmeti verdi” (Merasil-i Ebi Davud) hadisleri bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Bu
açıdan tıpkı Kuran-ı Kerim’i cem, tedvin, istinsah ve teşkil süreçleriyle kaydu
zapt altına almanın doğrudan dini muhafaza anlamına geldiğinin bilincinde olan
sahabe, Sünnet’i de aynı titizlikle kaydetmiş, fakat yalan, uydurma haber ve Nebi
Aleyhisselama asılsız söz isnadı akla dahi gelmediği için hadisleri tedvin ve
tasnif etmemişlerdi. (Hadis tarihi özelinde takyit, tedvin ve tasnif arasındaki
ince fark için bkz. Müsned-i Humeydi mukaddimesi, Hüseyn Selim Esed; Mekayîsülluğa,
İbni Faris)
Konumuz
sahabenin hadise olan düşkünlüğü olmadığı için bu konuda çarpıcı bir misalle
yetinelim. Cabir bin Abdillah anlatıyor: Nebi Sallallahü aleyhi vesellemin
ashabından birinin bana bir hadis rivayeti ulaştı. Bunu kendisinden
duymamıştım. (Hadis başkasının ağzından ulaşınca, gidip bizzat kendisinden
işitmek üzere) bir deve satın aldım ve yola koyuldum. Bir ay süren yolculuk
sonunda Şam’a ulaştım ve bu sahabinin Abdullah bin Üneys el-Ensari olduğunu
gördüm. Yanına varıp dedim ki, bana -yapılan haksızlıklar konusunda- Allah
Rasülü’nden benim işitmediğim bir hadisi senin duyduğun haberi ulaştı. Onu
bizzat senden duymadan ikimizden birinin öleceğinden korktum ve geldim. O bunun
üzerine hadisi aktardı: “Rasül Sallallahü aleyhi vesellemden işittim ki…” (Buhari, Edebü’l Müfred; Ahmed bin
Hanbel, lafız Beyhaki rivayeti)
Asrı
saadette durum böyleyken hicri 2.asrın yarısından itibaren özellikle Rafiziler,
Zındıklar, terğip terhip ve fedail konusundaki mütesahil kişiler ve bir önder
veya görüş muteassıpları tarafından hadis uydurmanın yaygınlaşması, yalan ve
fitnenin baş göstermesi, alimleri hadis kabülünde bir kriter olmak üzere cerh
ve tadil kaideleri vazetmeye sevketti. Sahih-i Müslim’in muakaddimesindeki şu
rivayetler yeterli kanaat oluşturacaktır: “Biz bir adamın ‘Rasülüllah Sallallahü
aleyhi vesellem şöyle buyurdu’ dediğini duyduğumuzda, hemen gözlerimizi ona
diker, diyeceklerine kulak kesilirdik. Fakat insanlar güzel-çirkin, doğru-yanlış
her şeyi yapmaya başlayınca, ancak bildiğimiz kimselerin hadis rivayetlerini
almaya başladık.” (İbni Abbas) “Önceleri isnattan sormazlardı. Ne zaman ki,
fitne baş gösterdi, ‘ravilerinizi söyleyin bakalım’ demeye başladılar. Artık
ravi incelemesi sonucu ehli sünnet olanın hadisi alınıyor, ehli bidat olanın
reddolunuyordu.” (İbni Sirin) “İsnad dinin gereğidir. Eğer isnad olmasaydı,
dileyen dilediğini söylerdi.” (Abdullah ibni Mübarek) (Daha fazla söz ve
diyalog için bkz. Sahih-i Müslim’in mukaddimesi)
Hicri
1.asrın sonlarında Emevi halifesi Ömer bin Abdulaziz’in (d.63-v.101) İmam
Zühri’yi görevlendirmesiyle resmen başlayan hadisleri tedvin süreci, dördüncü
asırda usûl-i hadis ismiyle telif edilen ilk müstakil çalışmalara kadar cüzi eserler
halinde bir çok aşama kaydetti. İmam Şafii’nin er-Risale ve el-Ümm’ünde
mündemic olan hadis metodolojisi, İmam Müslim’in Sahih’ine yazdığı uzun ilmi
mukaddimesi, keza Ebu Davud es-Sicistani’nin Mekke ehline yazdığı risalede
hedis metoduna ilişkin anlattıkları, İmam Tirmizi’nin el-Camii sonundaki
el-Ilelü’l-Müfred’i, Buhari’nin üç tarih kitabı ve bunlar gibi 2.,3. ve 4. asırda
telif edilen tarih, tabakat, vefeyat ve cerh tadil kitapları usûl-i hadis veya
ulûm-i hadisin yekpare ilim olma yolundaki ilk kilometre taşlarıdır.
Tam
burada İbni Hacer’den kısa bir bölüm özetleyerek usûl-i hadisteki ilk müstakil
eserleri görelim: “Bu sahada ilk tasnif el-Muhaddisü’l Fasıl kitabıyla kadı Ebu
Muhammed er-Ramehürmüzi’ye (360) aittir. Fakat o sahanın tüm konularını
işlememiştir. Onun akabinde Hakim Ebu Abdullah en-Nisaburi (405) gelir. Fakat o
da (Marifetü Ulumi’l-Hadis kitabında) bir sadeleştirme ve tertip ortaya
koymamıştır. Hakim en-Nisaburi’in ardından onun üzerine yaptığı ‘istihrac’
çalışmasıyla Ebu Nuaym el-Isbehani (430) ve rivayet ilkelerine dair
el-Kifaye’si, rivayet adabına dair el-Camii li Adabi’ş Şeyh ve’s Sami’ kitaplarıyla
Hatip el-Bağdadi (463) gelir. Kendisi, hakkında “insaf sahibi herkes bilir ki,
Hatip’ten sonraki muhaddisler onun yaptıklarına muhtaçtırlar” (Ebubekir İbni
Nukta) denecek kadar sahanın hemen her alt-ilmiyle ilgili müstakil eser kaleme
almış bir muhaddistir. Ondan sonraki irili ufaklı çalışmalardan en kayda
değeri, yazdıklarını belli kritik ve tertipten sonra Mukaddimetü İbni’s Salah
adıyla ünlenen (ve gerek nazım, gerek şerh, gerekse ihtisar olarak üzerine
birçok çalışma yapılmış) Ulumü’l Hadis kitabıyla yüzyılların istifadesine sunan
Takiyyuddin İbnü’s Salah eş-Şehrozori’nin (643) gayretidir.” (İbn-i Hacer
el-Askalani, Nuhbetü’l Fiker)
“علم بقوانين يعرف بها احوال المتن والسند ” (Izzeddin İbn-i
Cemaa’dan naklen. Tedribü’r Ravi, Celaleddin Suyuti) gibi birçok tarifi yapılan,
mevzuu metin ve sened olan hadis ilmi sahih, hasen, zayıf, müsned, muttasıl,
merfu, mevkuf, maktu, mürsel, munkatı, mudal, muanan, müdelles, şaz, münker,
muallel, muzdarip, müdrec, mevzu ve maklub hadislerin tarifleri ve hükümleri;
rivayeti kabül edilen ve reddedilenler, sikaların ziyadesi, hadis dinleme,
yazma, zaptetme, kaydetme ve rivayet etme adabı, âli ve nâzil isnad, hadiste nasih
ve mensuh gibi konulardan bahdeser. (Konular Mukaddimetü İbn-i Salah’ın
fihristinden seçildi.)