Selef-i salihînin son anları

Amir bin Abdillah et-Temîmî: Alkama bin Mersid’in “sahabenin zühdü sekiz kişiye intikal etmiştir. Amir bin Abdillah et-Temîmî bunların başında yer alır” dediği güzide… Basra’da Ebü Musa el-Eşari’nin uzun yıllar peşinden ayrılmayarak kendisinden Kuran’ı, hadisi ve fıkhı öğrenir. Hayatını üç bölüme ayırır Amir bin Abdillah: Zikir halkasında insanlara Kuran okuduğu vakitler, ayakları şişinceye dek Allah’a ibadete çekildiği vakitler ve cihad meydanında küffarla vuruştuğu vakitler... Vefat anında dostları yanına girdiklerinde Amir bin Abdillah’ı ağlar bulurlar. “Nedir seni ağlatan? Oysa ne mübarek insansın” derler. “Vallahi dünyayı sevdiğim, ölümden korktuğum için ağlamıyorum” der. “Sadece seferin uzunluğuna karşın azığımın kıt oluşuna ağlıyorum. Önümde nice yokuşlar, nice bayırlar var. Sonunda cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğimi hiç bilmiyorum.”

Urve bin ez-Zübeyr: İlahi lütfun bol bol aktığı bir başka tabiîn alim ve amili. Babasının Zübeyr bin el-Avvam, annesinin Esma binti Ebubekr, dedesinin Hazreti Ebubekr, babaannesinin Peygamberi zişânın halası Safiyye binti Abdulmuttalip, teyzesinin ümmül müminin Aişe olduğunu bildikten sonra başka söze ne hacet… Döneminde Müslümanların ilim ve ahlak mercii “Yedi Medine Fakihi”nden biridir Urve bin ez-Zübeyr. Hilafet-i Ömer’in son senesi dünyaya gelip yetmiş yıl ilim, irşad ve takva timsali ömür sürdükten sonra ecel ona oruçlu halde yetişir. Ailesi iftar etmesi için ısrar etseler de dinlemez, zira nehr-i kevserden içerek orucunu açmak emelindedir. Ceylan gözlü hurilerin elinden gümüş kadehlerle…
  
Seleme bin Dînar: Abdurrahman bir Zeyd kendisinden “hiç kimse görmedim ki, hikmet onun ağzına Ebu Hâzim’inki kadar yakın olsun” diye bahseder. Halifeye her fırsatta ödünsüz nasihatlar edecek kadar metin bir Medine kadısı... Emevi yöneticilerden biri kendisini çağırdığında “ben ehl-i ilimden dini dünyaya taşımadıklarını gördüm. Bunu ilk yapan olmak istediğini zannetmiyorum. Bize ihtiyacın varsa sen gel” demiştir. Vefat anı yaklaştığında yanındakiler “Ebu Hâzim, neler hissediyorsun?” diye sorunca “dünyada yaptıklarımızın şerrinden eğer kurtulabildiysek, kaçırdıklarımızın daha bize ne zararı olabilir?” yanıtını verir. Bu sözün ardından son nefesini verinceye kadar şu ayeti tekrar eder durur: “İman edip, makbul ve güzel işler yapanları Rahman, (hem Allah, hem de mahluklar nezdinde) sevimli kılacaktır.”  (Meryem, 96)

Said bin Cübeyr: Müfessirlerin piri, İbni Abbas’ın mümtaz talebesi, mücahid alimlerin medar-ı iftiharı… Yakalanıp zalim Haccac’ın huzuruna çıkarıldığında şu konuşmalar geçer aralarında: “(Haccac) Hakkımda ne düşünüyorsun?” “(Said bin Cübeyr) En iyi sen bilirsin kendini.  Diyeceklerim hoşuna gitmez.” “Olsun, mutlaka sende duymak isterim.” “İyi biliyorum ki, sen Allah’ın kitabına muhalefet ediyorsun. Heybetini artıracağını düşündüğün işlere girişiyorsun, ama bunlar seni helaka, cehenneme sürükleyerecek.” “Demek öyle! Vallahi seni katledeceğim.” “O halde sen benim dünyamı harap edersin, ben senin ahiretini.” “Şimdi nasıl öldürülmek istediğini söyle bana.” “Aksine sen seç kendine ölüm şeklini. Yemin olsun ki, beni öldürdüğün gibi aynen seni ahirette öldürecektir Allah.” “Seni affetme mi ister misin?” “Affedecek olan Allah Teâlâdır. Ama senin ahirette hiç özrün olmayacak.” Artık Haccac iyice köpürür. “Görevliler! Hemen kılıcı ve idam örtüsünü hazırlayın.” Said bin Cübeyr bu arada tebessüm eder. “Neye bu tebessüm?” “Allah’a cüretine karşı onun sana gösterdiği sabra şaşıyorum.” Haccac daha fazla bekleyemez artık. “Çabuk öldürün şunu!” Büyük öncü yüzünü kıbleye döner, şu ayeti okur: “Doğrusu ben, gerçekten yüzümü bir muvahhid olarak gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (Enam, 79) Haccac “çevirin şunun yüzünü kıbleden!” der. Bunun üzerine “nereye dönerseniz dönün, Allah oradadır” (Bakara, 115) ayetini okur. Bu defa Haccac “yüzüstü yere yatırın onu!” emrini verir. Said bin Cübeyr bu sefer de “sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız” (Taha, 55) ayetini okur. Mübarek boynu vurulmadan önceki son sözleridir bunlar.

İbrahim en-Nehaî: Irak Fakihi, İbni Mesud’un ilmini tevarüs etmiş alim, Hazreti Aişe gibi sahabeyi görmüş bir bahtiyar, Şa’bî ile birlikte Küfe ehlinin müftüsü… “Konuştum, (görüş belirtmek zorunda kaldım.) Eğer zaruret olmasaydı, kesinlikle konuşmazdım. Benim gibi birinin fakih sayıldığı bir zaman ne kötüdür!” diyecek kadar mütevazi. Şa’bi der ki: “Ardında ne Hasan-i Basrî, ne İbni Sirîn, ne Küfe ve Basra’da, ne Hicaz ve Şam’da kendinden daha alim birini bırakmadı.” 96 yılında ölüm vakti geldiğinde müthiş bir korkuya kapılır İbrahim en-Nehaî. Neden korktuğu sorulduğunda şöyle der: “Hangi tehlike ve acı şu an yaşadığımdan daha büyük olabilir? Birazdan Rabbimin ölüm meleği gelecek. Bilmiyorum ki, bana cenneti mi cehennemi mi haber verecek. Vallahi kıyamet gününe dek içimde bu korkuyu taşımak isterdim.” Bunlar dudaklarından dökülen son sözlerdir İbrahim en-Nehaî’nin.  

Ömer bin Abdülaziz: Hulefa-i raşidinin beşincisi, müctehid ve zahid. İki yıl beş aylık hilafeti Emeviler’in en adil, en salih devri. İbni Ömer’in “vay be! Nasıl da belli Ömer’in torunu olduğu. Yüzünde nişanesi var, adalet dolduracak yeryüzüne” övgüsüne mazhar olmuş, devletin olanca refahına rağmen tek bir gömlekle yaşamış, hilafet tahtı yerdeki bir sedirden ibaret müstesna devlet adamı ve alim ve zahid… Hanımı Fatıma binti Abdulmelik anlatır: Halifenin vefat ettiği gün biraz istirahat etmesi için odasından çıktım. Sürekli şu ayeti okuduğunu işitiyordum: “Bu ahiret yurdunu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Güzel sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.” (Kasas, 83) Sonra birden ses kesilince görevliye “git bi bak” dedim. Çığlık üzerine yerimden fırlayıp halifenin yanına vardığımda, onu kıbleye dönük halde bir eliyle ağzını, diğer eliyle gözlerini kapatmış upuzun yatarken buldum. Ruhunu teslim etmişti.”   


Zeynel Abidin: Hazreti Hüseyin’in oğlu ve korkunç Kerbala katliamı sonrası ehl-i beytten hayatta kalan tek mazlum, biricik garip... Günde bin rekat namaz kılan, ayaküstü gelişen bir konuşmada hazırlıksız şekilde orucun vacip, haram, seçenekli ve mübah kırk çeşidini ayet ve hadisten delilleriyle sayacak kadar ilmi derinliği olan, kendine söven birinin muhtaç halini anlayıp maddi yardımda bulunacak kadar incelik ve geniş yüreklilik sahibi; Medine’de yüz aileye sırtında erzak taşıyarak onların geçimini sağlayacak kadar alçakgönüllü ve yardımsever bir fakih, bir zahid, bir çilekeş…  Oğlu Ebu Cafer vefat anında gözlerinden yaşlar süzüldüğünde sorar: “Babacığım! Neden ağlarsın? Vallahi senin kadar Allah’a kavuşmayı arzulayan birini daha tanımıyorum. Üstelik babam olduğun için de söylemiyorum bunları.” Zeynel Abidin’in verdiği cevap fani dünyadaki son sözleridir: “Yavrucuğum! Kıyamet günü ister melek olsun, ister nebi farketmez, herkesin akıbeti Allah’ın iradesine bağlı olacak. Dilerse azap edecek, dilerse mağfiret…” 

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eski blog yazılarımdan (2005-2008)